Kompozit Reçineler

Kompozit Rezinlerin Tarihçesi

611e29bb-b1e8-4a1b-91bb-4e57ac6e0e78

Kompozit terimi, birbiri içinde çözünmeyen ve erimeyen, kimyasal olarak birbirinden ayrı iki maddenin üç boyutlu kombinasyonu olarak ifade edilir. Genellikle bir kompozit rezin üç fazı kapsar. Bu üç faz; organik faz, ara faz ve dağınık fazdan oluşur. Diş hekimliğinde kullanılan ilk kompozit rezinler, 1962 yılında doktor Bowen tarafından geliştirilmiştir. Dr. Bowen, epoksi rezinlerde bulunan epoks grupları yerine metakrilat grupları getirerek “Bisfenol-A Glisidil Metakrilat” (Bis-GMA) monomerini oluşturmuş ve bu monomeri inorganik gruplar ile birleştirmiştir. Bis-GMA yüksek viskoziteyle beraber yüksek moleküler ağırlığa sahiptir.
(Ferracane, 1995). Viskoziteyi azaltmak için düşük viskositeye sahip olan “Trietilen glikol dimetakrilat” (TEGDMA), “Etilen glikol dimetakrilat” (EGDMA), “2-Hidroksietilmetakrilat” (HEMA) gibi monomerler eklenerek kompozitin monomer yapısı modifiye edilmiştir. En yaygın kullanılan monomer TEGDMA olmuştur, ama ne yazık ki düşük viskoziteye sahip monomerler yüksek büzülme göstermektedirler. İlk kompozitler kimyasal olarak aktive olurken, bir sonraki jenerasyon ise ultraviyole ( UV) dalgalar ile aktive olabilen kompozitlerdi. Daha sonra bunların yerini görünür dalga boyundaki ışık ile polimerize olabilen kompozitler almıştır. Günümüze kadar piyasaya sürülmüş olan dental kompozitler metakrilatların polimerizasyonu temeline sahiptir.

Kompozit Rezin Esaslı Dolgu Maddelerinin Yapısı

Kompozitler; organik matriks, inorganik doldurucu ve ara bağlayıcı olmak üzere temel olarak üç ana bileşenden oluşurlar. Bunların yanında kompozitler renk sabitleyiciler, renk pigmentleri ve aktivasyon sistemlerini içerirler.

Organik Rezin Matriks

Organik rezin matriks, Bis-GMA veya “Ürethan dimetakrilat” (UDMA) gibi yüksek moleküler ağırlıklı monomerlerden meydana gelmektedir. Bis-GMA yüksek viskoziteye sahiptir ve bunu düşürmek için üreticiler rezin matriks içerisine düşük viskoziteli TEGDMA ve EGDMA monomerlerini eklemişlerdir. Böylece viskozite azaltılırken, çapraz bağ miktarı ve sertlik arttırılmıştır. Kompozit rezinlerde kullanılan monomer matriks sistemlerinin, dokulara toksik etkide olmaması, stabil olması, polimerizasyondan sonra dayanıklılık, sabitlik ve sertlik gibi bazı temel özelliklere sahip olması istenmektedir. Geliştirilen yeni
monomerlerle, kompozitlerin yetersiz olan aşınma dayanımı ve polimerizasyon büzülmesine bağlı kenar sızıntısı gibi eksikliklerin üstesinden gelmek amaçlanmıştır. Bunlarla beraber, kompozitlerin mekanik özelliklerini arttırmak için çapraz bağlı monomerler üretilmiştir. Bunlar, açık halkalı monomerler; spiro ortokarbonat, siklik eter, siklik asetal ve allil sulfit, vinilsilopropan, likit kristalin monomerler, ormoserler,
radyoopak monomerler ve siloranlardır.

668048173_288

a) Ormoserler

Ormoser materyali “Organik modifiye seramik” kelimelerinin ilk hecelerinden üretilmiştir ve 1997’de geliştirilmesiyle birlikte kompozitlerin organik matriksinde yapısal değişiklikler oluşturulmuştur. Polimerizasyon büzülmesini azaltmasıyla beraber kenar adaptasyonu, aşınma direnci ve biyouyumluluğun geliştirilmesi de amaçlanmıştır. Ormoserler, aşınmaya karşı geleneksel kompozitlerden daha dirençlidir ve aralarındaki en önemli fark ise ormoserlerde organik matrikste esas komponent olarak metakrilat polisiloksan kullanılması sonucu dimetakrilat monomerlerinin azaltılmış olmasıdır.

b) Siloran İçerikli Kompozitler

Modern kompozitlerin geliştirilmesi gereken temel özelliği, polimerizasyon büzülmesidir. Bu sorunun üstesinden gelmek için siloksan ve oksiran barındıran, katyonik halka açılımı gösteren bir hibrit monomer sistemi olan siloran bazlı kompozit rezin üretilmiştir. Siloran bazlı kompozitler, metakrilat bazlı kompozitlere göre daha az polimerizasyon büzülmesi ve stresi gösterirler. Siloran biyouyumlu bir materyaldir. Geleneksel metakrilat bazlı kompozitlere göre daha az su emer ve suda daha az çözünür. Fakat daha
az dönüşüm derecesi ve sertlik değeri gösterirler. Siloran kompozitler özel 2 basamaklı self-etch adeziv sistemi kullanırlar. Tipik self-etch sisteminden farklı olarak Silorane System Adhesive (SSA)-primer oldukça hidrofiliktir, SSA-bond ise tam tersi hidrofobiktir. Böylece hidrofilik diş dokusu ile hidrofobik siloran kompozit arasında köprü oluşturulur. Primer ve bonding ajanının birbirinden bağımsız olarak uygulanıp ışık ile sertleşmesiyle suya karşı daha dayanıklı bir yapı oluşturarak bağlantı dayanıklılığının arttırılması sağlanır.

Arabağlayıcı Ajan (Silan)

Silan, inorganik doldurucu partiküller ve organik rezin matriksin birbirlerine bağlanmasını sağlayan ajandır. Doldurucu ile rezin matriks ara yüzeyinde rezin kırılmasına sebep olan hidrolitik kırılmayı önler, doldurucu ile rezin matriks arasında stres transferini sağlar ve direkt olarak kompozitin mekanik özelliklerini, polimerizasyon stresini ve dayanıklılığını etkiler. Silan, çift fonksiyonlu bir moleküldür. Hidroksil grubu ile doldurucu partiküle, metakrilat grubu ile de kompozitin polimerizasyonu esnasında rezin matrikse bağlanır.

İnorganik Doldurucular

Kompozit rezinlerde değişik şekil, boyut ve kimyasal bileşimden oluşan doldurucular kullanılmaktadır. İnorganik doldurucular, kompozit rezinlerin fiziksel ve mekanik özelliklerinin en önemli belirleyicisidirler ve organik faza katılırlar. Bununla birlikte doldurucular, kompozit materyalinin ısısal genleşme katsayısı ve polimerizasyon büzülmesini azaltır, radyoopasiteyi sağlar, estetik sonuçları güçlendirir. Doldurucu partiküller her materyalde farklı olmakla birlikte; kolloidal silika, baryum silikat, stronsiyum borosilikat cam, kuartz (kristalin silika), çinko silikat, lityum alüminyum silikat veya silikon dioksit gibi moleküller kullanılmaktadır ve her biri farklı karakteristik özelliklere sahiptir. Kimyasal olarak inert ve yüksek ışık kırıcı indeksinden dolayı 1970’lerden bugüne en çok kullanılan doldurucu partikül kuartz olmuştur. Fakat kuartzın ısısal genleşme katsayısı ve aşındırma oranının yüksek olması, radyoopak olmaması kullanımında dezavantaj oluşturmuştur. Baryum silikat ise orta sertlikte ve radyoopaktır. Kolloidal silika; inert, 0.1 mikrometre (µm)’den küçük çaplı ve ısısal genleşme katsayısı düşüktür. Nanodolduruculu kompozit rezinler çoğunlukla kristalin silika ve zirkon içerirken, mikrohibrit kompozitlerde çoğunlukla
doldurucu olarak amorf cam kullanılmaktadır.Günümüzde geçerliliğini koruyan Lutz ve Phillips’in (1983) sınıflandırmasında inorganik doldurucu partiküllerin büyüklüğü esas alınmıştır. Kompozit rezinler inorganik doldurucu partiküllerin büyüklüğüne göre; megafil, makrofil, midifil, minifil, mikrofil, nanofil ve hibrit diye sınıflandırılır.

a) Mikrofil Kompozitler

Partikül büyüklüğü 0.04 – 0.4 µm olan kompozitler, iyi cilalanabilme ve üstün estetik özellikler sağlayabilme amacıyla geliştirilmişlerdir. Hacimce %20-59 kolloidal silika içeren bu kompozitlerin doldurucu partiküllerinin yüzey alanının hacme oranının yüksek olmasıyla viskozite artmakta bu nedenle mikrofil kompozitler ilk etapta sınırlı miktarda doldurucu içermekteydi. Sınırlı miktarda doldurucu içeren kompozitlerin dayanıklılığını ve sertliğini arttırmak için, önceden polimerize olmuş kompozit kitlesi ortalama 25 µm olacak şekilde öğütülerek matrikse eklenmiştir. Böylece doldurucu oranı ağırlıkça %50-60, hacimce %35-45 olmuştur. Mikrofil kompozitlerde partiküllerin küçük boyutta olmasıyla cilalanabilir düz yüzey oluşturulur ve iyi bir estetik sağlanır.

b) Hibrit Kompozitler

Günümüzde kompozit rezinlerin büyük bir kısmı genel bir terim olan “hibrit kompozitler” şeklinde sınıflandırılmaktadır. Bu sınıflandırma geleneksel hibrit, mikrohibrit ve nanohibrit şeklindedir. Hibrit tanımı partikül büyüklüğü olarak 0.04 µm ile 1-4 µm karışımını ifade eder. Çeşitli büyüklükteki partiküllerin karışımı ile fiziksel özellikler geliştirildiği gibi cilalanabilirlik yüksek seviyelere çıkarılmıştır. Submikron boyuttaki (1 µm) partiküller ile daha küçük boyuttaki (0.04 µm) partiküllerin birleşimiyle mikro-hibrit kompozitler oluşturulmuştur. Mikrohibrit kompozitler, geleneksel hibrit kompozitlere göre daha iyi cilalanabilme ve uygulama sağlamaktadır. Nanometre boyutundaki (0.005-0.01 µm) doldurucular ile geleneksel tipteki doldurucu partiküllerin birleştirilmesiyle “nanohibrit” kompozit rezinler üretilmiştir. Nanohibrit kompozitler, mikrofillerin cilalanabilme özelliğiyle geleneksel hibritlerin fiziksel güçlerini taşıyan üniversal kompozit rezinlerdir.

c) Nanokompozitler

Günümüzde nanopartikül içeren 2 farklı (nanofil ve nanohibrit) kompozit tipi bulunmaktadır. Nanofiller sadece nanometre boyutunda (1-100 nanometre (nm)) partikül içerirler. Nanohibrit kompozitlerde ise nanometre boyutundakilere ek olarak 0.4-5 mikron arasında daha büyük boyutta partiküller içerirler. Nano teknolojinin dental kompozitlerde kullanılmasıyla yüksek translüsentlikte kompozitler üretilmiştir. Doldurucu partiküllerin boyutları, nano ölçüde görünür ışığın dalga boyundan küçük olmasından dolayı ışığı absorbe edemez ve dağıtamaz. Bu, optik özelliklerin gelişmesine fayda sağlamıştır. Buna ek olarak nano partikül boyutu, mikrofil doldurucu içerenler gibi cilanın yüksek kalitede olmasını ve kalıcı olmasını sağlarken, fiziksel özelliklerin ve aşınma direncin hibrit kompozitlere eş değer olmasını sağlar. Nano doldurucu içeren restoratif materyaller, partikül boyutunun küçük oranda olmasıyla kompozit rezinlerin üstün estetik ve yüksek direnç özelliklerini birlikte içerirken, aynı zamanda da düşük polimerizasyon büzülmesi gösterirler. Nanoteknoloji, dental restoratif materyallerin yüksek stres alan bölgelerde iyi mekanik özellik gösterdiği gibi ilk cilanın korunmasını da sağlayarak hem anterior hem de posterior alanda kullanılmasını mümkün kılmıştır.

Kompozit Rezin İçerisinde Bulunan Diğer Bileşenler

Kompozit rezinlerde bulunan diğer bileşenlerden biri de polimerizasyon başlatıcılarıdır. Kimyasal olarak polimerize olanlarda benzoil peroksit ve tersiyer amin kullanılırken, ışıkla sertleşen kompozitlerde başlatıcı olarak kamforokinon, fotoaktivatörler; 4-N, N-dimetilaminofenitil alkol gibi tersiyer alifatik aminlerle birlikte kullanılır. Dimetakrilat monomerler kendiliğinden polimerize olmaktadırlar, bu nedenle kompozit rezinlerde polimerizasyon önleyiciler de bulunur. Bunlar arasında hidrokinonun monometileteri ve bütillenmiş hidroksitoluen yer alır. Ayrıca renklenmeye sebep olan elektromanyetik radyasyonu emen ultraviyole radyasyon emiciler de kompozit rezinler içerisinde yer alır.

Bulk Fill Kompozitler

Kavitelerin, ışık ile polimerize edilen kompozitler ile restore edilmesi durumunda kompozit rezinin kalınlığı sınırlıdır ve genellikle maksimum kalınlık 2 milimetre (mm) olarak tanımlanmaktadır (Cıccone-Nogueır ve ark., 2007). Kavitelere, özellikle derin alanlara, kompozit rezinin 2 mm tabakalar ile yerleştirilmesi hem zaman alan, hem de tabakalar arasında hava kabarcığına ve kontaminasyon riskine sebep olan işlemdir. Böylece, çeşitli üreticiler bulk fill adıyla bilinen yeni tip kompozit materyalini kullanıma sunmuşlardır (Flury ve ark., 2012). Düşük polimerizasyon büzülmesi, akışkanlığı sayesinde kaviteye iyi adaptasyonu, minimal manipülasyonla yapabilme ve en azından 4 mm derinliğindeki geliştirilmiş sertleşme derinliği bulk fill kompozit materyallerinin en önemli özellikleridir (Lowe, 2010). Saydamlık, dental restoratif materyallerinin önemli optik özelliğidir ve kompozit materyalinin görünümünü önemli oranda etkiler (Ryan ve ark., 2010).
Sertleşme derinliğinin fazla olmasının bir sebebi, materyalin saydam olmasıyla ışık geçişinin yüksek olması sonucudur. Kamforokinon, 450-490 nm dalga boyunda ışığı absorbe edebilen, dental kompozitler için sık kullanılan bir fotobaşlatıcıdır. Bazı kompozit rezinler kamforokinonla beraber 410 nm dalga boyundaki ışığı absorbe eden diğer bir fotobaşlatıcı sistemi (1-phenyl-1,2-propanedione) içerirler (Park ve ark., 1999). Görünen ışığı 370-460 nm arasında absorbe eden yeni fotobaşlatıcı sistemler, bulk fill kompozitlerde sertleşme derinliğinin artmasında rol oynamaktadırlar (Alrahlah ve ark., 2014).

Kompozit Rezinin Fiziksel Özellikleri

Polimerizasyon Özelliği

Polimerizasyon, monomer adı verilen çok sayıda molekülün kimyasal reaksiyonla birleşerek bir makromolekül oluşturmasıdır. Kimyasal ve ışıkla polimerizasyon olmak üzere 2 tip polimerizasyon yöntemi vardır (Bayne ve ark., 2011). Klinik diş hekimliğinde sıklıkla ışık ile polimerize olabilen kompozitler kullanılmaktadır. Polimerizasyon sırasında görünür bir ışık kaynağı, monomerleri veya oligomerleri polimere dönüştürür (Willems ve ark., 1992). Kamforokinon, dental restoratif materyallerde en çok kullanılan ışığı absorbe edebilen bileşiktir (Shintani, 1985). Eğer bu bileşik dental kompozitlerde tek başına kullanılsaydı, materyalin polimerizasyonu aşırı uzun zaman alırdı. Bu nedenle karışıma genellikle bir amin eklenir (Rueggeberg, 1997). Kompozit polimerizasyonu 3 ana fazdan meydana gelir: Pre-jel, jel noktası, post-jel. Pre-jel sırasında materyal akabilir ve büzülme kuvvetlerini azaltmak amacıyla moleküller yeniden düzenlenmeye geçer. Bu safhada liner polimer zincirleri baskındır. Daha sonra akışkan durumdan (pre-jel) viskoz duruma (post-jel) geçerken jel nokta kurulur. Post-jel safhasında rezin yüksek elastisite modülüne sahiptir, akışkanlığını kaybeder ve diş ile restorasyon aralığına büzülme stresini transfer eder. Bu durumda ise çapraz bağlı polimer yapı baskındır (Davidson ve Feilzer, 1997). Optik olaylar, kompozit rezin tabakasından ışık geçişini anlamak için önemlidir. Işığın dikkate değer bir kısmı kompozit rezin yüzeyinden yansıtılır, diğer kısmı ise ne kadar derine ulaşabildiyse polimerizasyon olayını başlatır. Polimerizasyon sırasında ışık, kompozit rezinden geçerken emilir ve dağılır, bunun sonucunda ışığın yoğunluğu ve derinlere ilerledikçe etkinliği azalır (Santos ve ark., 2008).

a) Polimerizasyon Büzülmesi

Kompozit rezin materyallerinde, tüm polimerlerde olduğu gibi monomerin polimer yapıya geçişi sonrası %1,5-3 arasında değişen hacimsel bir büzülme görülür. Bu fenomene polimerizasyon büzülmesi denmektedir (Jendrychowski ve ark., 2001). Polimerizasyon büzülmesinin restorasyon kenarlarında sebep olduğu stres; post operatif hassasiyet, kenar renklenmesi ve açıklığına sebep olabilmektedir. Bunun sonucunda kenar alanlarda çürüklerin oluşmasına ortam hazırlanır. Sıklıkla polimerizasyon büzülmesi kompozit rezini veya kenar diş dokusunu kopartır. Restorasyon bittiğinde oluşan çatlak hattına artıklar girerek hattın beyaz gözükmesine sebep olabilir (Burgess ve Cakir, 2010). Polimerizasyon büzülmesi önlenememekle beraber materyalin sertleşmesi sırasında büzülme sonucu oluşan sorunların önlenmesi için teknik uygulamalar yapılmaktadır. Materyalin uygulama şekli ve miktarı, kontrollü asit, primer ve bond yerleştirilmesi sonucu bağlanmanın arttırılmasıyla beraber büzülme sorununun önüne geçilmeye çalışılır (Roberson ve ark., 2011).

fwf0rw1sy36tj0nxh3cp

b) Nemin Polimerizasyona Etkisi

Yüksek konsantrasyonda su, polimerizasyonu baskılayarak zayıf ve stabilizasyonu az olan polimer zincirlerinin oluşmasına neden olur (Reis ve ark., 2004). Klinik olarak rezinin ışık ile polimerizasyonu esnasında su ile herhangi bir kontaminasyonundan kaçınılmalıdır. Polimerizasyon sırasında rezinin su ile kontaminasyonu yeterli polimer ağı oluşturmayarak fiziksel özelliklerin azalmasına neden olur, ortamın artan su miktarına bağlı olarak materyalin fiziksel özelliği de o oranda azalır (Paul ve ark., 1999).

Termal Özellikler

Kompozit materyalleri düşük termal iletkenidirler. Termal yayılma, (birim zamandaki ısı iletkenliği) restorasyondan pulpaya doğru olan ısı akışını belirlediği için önemli bir özelliktir. Diş pulpası, çok kısa süreler için (30-60 saniye (sn)) oluşan hafif ısı artışlarını (37-42°C) kalıcı hasar oluşturmadan tolere eden bir doku olmasına rağmen aşırı ve uzun süreli ısı değişimleri pulpa hasarına sebep olur (Bayne ve Thompson. 2011). Ağız ortamına yiyecek ve içecek alımı nedeniyle 0°C ile 67°C arasında değişebilen ısı değerleri oluşmaktadır (Palmer ve ark., 1992). Ağızda oluşan ısı değişimleri, diş yapısı ve restorasyon arasındaki adeziv bağlantıya meydan okuyan önemli bir faktördür. Diş ve restoratif materyal arasındaki ısısal genleşme katsayısının farklı olmasından dolayı restorasyon kenarlarında da mikrosızıntı olma olasılığı artabilmektedir (Bayne ve Thompson., 2011). Yüksek doldurucu içeren kompozitlerin termal özellikleri diş dokusuna daha yakındır. Kompozit rezinin ısısal genleşme katsayısı diş dokusuna ne kadar yakın ise termal sorun oluşma olasılığı o kadar azdır (Versluis ve ark., 1996).

Su Emilimi

Absorpsiyon (emilim olayı), bir katıya moleküllerin difüzyonla katılmasıolayıdır. Dental polimerlerin su absorpsiyonu mekanik özelliklerini değiştirmektedir (Bayne ve Thompson, 2011). Kompozit rezinlerin klinik olarak uzun ömürlü olabilmesi için sulu ortamda bozulmaya karşı direnç gösterebilmesi önemli bir özelliktir. Su emilim miktarı, başlıca rezin kompozitlerin hidrofilik monomer miktarına bağlıdır (Schneider ve ark., 2011). Hidrofilik monomerler, su absorbsiyonuyla hidrolitik dejenerasyon sonucu ağız ortamına geçer ve doldurucu partikül ile rezin matriks arasındaki bağlantının kopmasıyla da materyalin mekanik özellikleri azalır (Santerre ve 2001). Reaksiyona girmemiş monomerlerin polimer matrikste su ile yer değiştirmesi sonucu, pulpada veya çevre dokularda istenmeyen reaksiyonlara sebep olurlar (Porto ve ark., 2011).

Çözünürlük

Çözünürlük, materyalin ayrılıp dağılması ve erimesidir. Materyalin bozulmasına neden olarak mekanik özelliklerini olumsuz yönde etkiler (Santerre ve ark., 2001). Kompozit rezinlerin suda çözünmesi rezin sistemine bağlıdır. Kompozit tipleri arasındaki çözünürlük farklılıkları kullanılan rezin oranına bağlıdır. Polimerizasyon süresinin %75 azalması, materyalin çözünürlüğünü ve restorasyonun uzun dönem başarısını olumsuz etkilediği için klinik açıdan önemlidir (Pearson ve Longman, 1989). Yeterli polimerize olan kompozit rezinlerin sudaki çözünürlüğü önemsenecek kadar çok değildir. Yetersiz polimerizasyon sonucu kompozitlerin çözünürlüğü artar, aşınma direnci azalır ve erken renk değişimi ortaya çıkar (Dayangaç, 2011). Metakrilat monomerlerinin polimerizasyonu sonucu yüksek çapraz bağlı polimer ağı meydana geldiği gibi reaksiyona girmemiş monomerler, polimerizasyon başlatıcıları ve oligomerler arta kalabilir. Doldurucu partiküllerden iyonlar salınabilir. Bu komponentler polimer ağdan çözülerek biyolojik kaygı oluşturabilir (Ferracane, 2006).

Renk Stabilitesi

Kompozit rezin renklenmesi multifaktoriyeldir, içsel ve dışsal renklenme faktörlerini kapsar. Renk stabilitesi ve dönüşüm derecesi arasında bağlantı vardır. Polimerizasyonu tamamlanmamış kompozit rezinler renklenmeye daha hassastır (Micali ve Basting, 2004). Suda çözünme ve su emilimi; rezin matriksinde şişme, plastizasyon ve yumuşama, oksidasyon ve hidrolizise sebep olur. Bunun sonucunda renk stabilitesi azalır ve boyanmaya karşı hassasiyeti artar (Ferracane, 2006).

klinigimizde-uygulanan-tedaviler-13

Yüzey Sertliği

Kompozit rezinlerin bozulması; aşınmayı, çiğneme kuvvetlerini ve ağız sıvılarının zararlarını kapsayan kombine etki sonucunda oluşur. Sertlik, bozulma kuvvetlerine direnç gösteren materyalin önemli bir özelliğidir ve restorasyonun fonksiyonunun devamını sağlar (Chang ve ark., 2013). Rezin bazlı restoratif materyallerinin dönüşüm derecesi, direkt ve indirekt yöntemlerle analiz edilebilir. Direkt metod olarak mikro-Raman spektroskopi (Mohamad ve ark., 2007) ve Fourier Transformed Infrared Spektroskopi (FTIR)(Schneider ve ark., 2006) kullanılabilir. Ancak bu yöntemler komplike, pahalı ve zaman alan işlemler oldukları için indirekt metod olarak mikrosertlik testleri sıklıkla kullanılmaktadır (Marchan ve ark., 2011). Dönüşüm derecesiyle mikrosertlik birbiriyle bağlantılıdır ve dönüşümün yüksek seviyelerde olduğu yerlerde mikrosertlik testleri, spektroskopik metodlara göre daha hassas ölçümler vermektedir. (Rueggeberg ve Craıg,1988; Yan ve ark., 2010). Polimerizasyondan sonra, görünür ışık ile polimerize edilen materyalin yüzeyi derin kısımlara göre daha serttir (Simonsen ve Kanca, 1986; Aguiar ve ark., 2005). Görünür ışık ile polimerize olan kompozitlerin alt yüzey sertliği, üst yüzey sertliğinden daha düşüktür (Nalçacı ve Bağış, 2005). Çünkü, ışığın kompozitten geçerken absorbe edilmesi ve yayılması sonucunda polimerizasyonu başlatmadaki etkinliği azalır (Peutzfeldt ve ark., 2000). Polimerizasyon derinliği ve mikrosertlik kalınlıkla ters orantılıdır, bundan dolayı kompozitin 2 mm’lik tabakalar şeklinde uygulanması önerilir (Rouhollahi ve ark., 2012). Kompozit rezinlerde ışık ile polimerizasyon sonrası yüzey sertliği artmaya devam eder ve bu artış rezindeki çapraz bağlanmanın devamının bir göstergesidir (Helvatjoglou-Antoniadi ve ark., 1991). Sertlik ile inorganik doldurucu miktarı arasında pozitif ilişki vardır, inorganik doldurucu miktarı arttıkça sertlik değeri de artar (Korkmaz ve ark., 2008). Kompozit rezinlerin yüzey sertliğini etkileyen etkenlerden birisi de bitirme ve cila işlemidir. Selüloid strip ile bitirilmiş kompozit yüzeyinin mikrosertliği, bitirme ve cila yapılmış olanlardan daha düşük olduğu gösterilmiştir (Yazici ve ark., 2010). Kuru cila işlemleri sırasında kompozit yüzeyinde ısı artışı meydana gelir, artan ısıdan dolayı çapraz bağlantı artarak polimer yüzeyinin sertleşmesi mümkün olmaktadır (Davidson ve ark., 1981).

Aşınma Direnci

Aşınma, birbiri ile temas halindeki yüzeyler arasındaki etkileşim sonucunda materyalin kademeli olarak kaybı şeklinde tanımlanabilir (Correr ve ark., 2006). Ağız içinde de dişlerde aşınmalar karşımıza çıkmaktadır. Diş aşınması birçok faktöre bağlıdır. Bunlar; karşıt dişin oluşturduğu doğal aşınma (atrizyon), çiğneme ve diş fırçalama ile oluşan aşınma (abrazyon), yiyecek ve içecek içerisindeki asitlerin saldırısı, endüstriyel asitlerin salınması ve kusma sebebiyle oluşan aşınma (erozyon) dır (Teoh ve ark., 1998).
Diş dokusu gibi kompozit materyalleri de aşınabilir. Aşınma direnci, aşındırıcıya karşı yüzeyin gösterdiği dirençtir. Kompozit materyal içindeki doldurucunun şekli, sertliği, doldurucu ile rezin matriks arasındaki bağlantının dayanıklı olması ve polimer matriksin polimerizasyon derecesi kompozitin aşınma direncini etkiler (Heintze ve ark., 2006).

Biyouyumluluk

Biyouyumluluk, bir maddenin dokunun biyolojik işlevlerine zararlı etkiler göstermeden uyumlu olabilmesidir. İdeal olarak ağız içerisinde kullanılan dental materyaller ağız dokularına zarar vermemelidir. Ayrıca sistemik veya lokal toksisite ile mutajenite veya kanserojenik etki göstermemelidir (Zorba ve Yıldız, 2007). Kompozit rezinlerin içerdikleri monomerlerin (Bis-GMA, TEGDMA, UDMA ve diğerleri) sitotoksik oldukları in vitro çalışmalarda gösterilmiştir ve bu monomerlerden Bis-GMA’nın meme kanseri hücrelerinde östrojenik etkisi olduğu kanıtlanmıştır. Ancak bu monomerlerin biyolojik etki oluşturabilmesi için polimerize edilmiş kompozitten fazla miktarda salınması gerekmektedir. Kompozitler polimerize edildikten sonra haftalarca düşük miktarda bu monomerleri salabilmektedirler. Salınan miktar kompozit materyalinin tipine ve etkili sertleştirme tekniğine bağlıdır. Hücrelerin bu monomerlere uzun süre düşük dozda maruz kalmasının nasıl bir etki yarattığı bilinmemektedir (Mitra ve Sakaguchi, 2012).

Polimerizasyonda Kullanılan Işık Kaynakları

Üreticiler kompozit rezinin polimerizasyonunu sağlamak için mor ötesi, lazer, quartz-tungsten halojen (QTH), “light emitting diode” ( LED) ve plazma ark (PAC) gibi değişik ışık kaynakları geliştirmişlerdir ve bunlardan günümüzde en çok kullanılanları halojen ve LED ışık kaynaklarıdır (Bektaş ve ark., 2006; Jandt ve Mills, 2013).

Ultraviole Işık Kaynakları

1972 yılında kullanıma sunulmuş ancak zamanla hasta ve hekime zararlı olabileceği gerekçesiyle kullanımdan çıkarılmış ve yerine görünür ışık kullanılmaya başlanmıştır (Dayangaç, 2011).

Quartz-Tungsten Halojen Işık Kaynakları

Quartz-tungsten halojen (QTH) ışık kaynaklarının birçok dezavantajı vardır. Bu kaynaklardan üretilen ışığın spektrumu geniştir. Bu nedenle 370-550 nm dalga boyunda ışık elde etmek için beyaz halojen ampül ile birlikte filtre kullanılır. Eğer bu kızılötesi ışık filtre edilemez ise kompozit materyali, pulpa ve mukozada ısı oluşumuna sebep olmaktadır (Rueggeeberg, 1999). Bu filtreler özelliklerini kaybederlerse diş yüzeyine daha fazla enerji ulaşır. Bundan dolayıdır ki halojen ışıkların bütün parçaları ve ışık verimi bir radyometre ile periyodik olarak kontrol edilmelidir (Martin, 1998), (Al-Samadani ve ark., 2013). Halojen ışık kaynaklarının kullanımları sırasında yüksek ısı üretimi görülür, bu ısı ise bir fan yardımıyla düşürülür. Bir diğer dezavantajı ise halojen ampüllerin yaşam ömrü 40-100 saattir (Rueggeberg, 1999).

Lazer Işık Kaynakları

Lazer ışık kaynakları; kavite preperasyonunda, dentin hassasiyetinde ve başlangıç çürüklerin teşhisinde kullanıldığı gibi kompozit rezinlerin polimerizasyonunda da kullanılmıştır. Lazer ışık kaynaklarında ışık spekturumu (400- 500 nm) çok dardır ve polimerizasyon süresi görünür ışık kaynaklarından daha kısadır (Dayangaç, 2011). Argon lazerler ile kompozit rezin polimerizasyonu yapılabilmektedir. Argon lazerler 457-502 nm dalga boyunda ışın veren lazerlerdir. Kızıl ötesi ışık dalgaları oldukça az olduğu için pulpa ve ağız dokularında ısı artışı en aza indirilmiştir. Maliyetinin yüksek oluşu nedeniyle sadece kompozit rezinin polimerizasyonu amacıyla argon lazer kullanımında terreddüt yaşanabilmektedir

Plazma Ark Işık Kaynakları

“Plazma” kelimesi yüksek ısıda, pozitif iyonlardan ve elektronlardan oluşmuş iyonize gaz anlamına gelir. Böylece çok yüksek düzeyde enerji oluşturulur (Ruggeberg 1999). Işık yoğunluğu yüksek olduğundan polimerizasyon daha kısa sürede gerçekleşir (Oesterle ve ark., 2001). Bu nedenle restorasyon ile diş yapıları ara yüzeyinde oluşan polimerizasyon büzülme streslerini artırma ve dişte intrapulpal ısı artışına sebep olma gibi dezavantajları vardır (Bektaş ve ark., 2006).

Light-Emitting-Diode Işık Kaynakları

Light-Emitting-Diode’lar (LED), halojen ışık kaynaklarına alternatif olarak geliştirilmiş, görülebilir mavi ışık yayan kaynaklardır (Jandt ve Mills, 2013). LED üniteleri halojenlerin aksine dar spektral aralıkta ışık üretirler. Dalga boyu 450-490 nm aralığındadır ve 460 nm’de en doruktadır. Enerji aralığı bir fotoaktivatör olan kamferokinonu aktive etmek için idealdir. Halojenlere göre bir diğer avantajı, LED’lerde elde edilen enerjinin neredeyse tamamı polimerizasyon için kullanılabilmektedir ve soğutucu fana ihtiyaç duyulmamaktadır. Ayrıca ışığın filtre edilmesine de gerek duyulmamaktadır. Kablosuz, şarj edilebilir olması hekime kullanım kolaylığı sağlar. Klinik ömürleri (10.000 saat) halojenlere göre daha uzundur (Leonard
ve ark., 2002). LED ışık kaynaklarının kullanılacağı durumlarda polimerize edilecek kompozit materyalin yapısı bilinmelidir. Çünkü LED’ler polimerizasyon başlatıcı olarak kamferokinon içermeyen kompozit rezinlerin polimerizasyonunda etkili değillerdir (Jandt ve Mills, 2013).

Işığın Sertlik Üzerine Etkisi

Konversiyon derecesi (sertleşme derecesi) ışığın yoğunluğuna ve ışığa maruz kalma zamanına bağlıdır. Kompozit materyalinin derinliği ne kadar fazla ise konversiyon o oranda azdır. Bis-GMA esaslı restoratif materyaller % 65 oranında konversiyona uğramaktadır ve bu iyi bir oran olarak kabul edilir. Bir polimerizasyon cihazı 1 mm’lik bir kompozitte sadece % 55’lik konversiyon derecesi oluşturabilmekte ve materyalin kalınlığı arttıkça bu değer azalmaktadır. Işığa maruz kalma zamanını
arttırmak, materyalin derinliklerine doğru sertleşme derecesini arttırmaya
yetememektedir. Işık cihazının ucundan yayılan ışık, yoğunluğunu sabit tutamamaktadır
ve restorasyona ulaşana kadar havadaki moleküller tarafından dağıtılmaktadır. Işık
yoğunluğu fiberoptik ucun materyal yüzeyine olan mesafesi ile de ters orantılıdır, ideal
olarak 1-2 mm yakından tutulmalıdır (Bayne ve Thompson, 2011).

Ek Işık

Yeterli derecede bir polimerizasyonun olduğunu garanti etmek için, materyali tekrar ek bir ışığa tabi tutmak sık uygulanan bir yöntemdir. Ayrıca, bu post sertleşmenin yani materyal polimerize olduktan sonra tekrar ışık uygulamanın aşınmaya karşı direnç gibi yüzey özelliklerini hafifçe arttırdığı tahmin edilmektedir (Bayne ve Thompson, 2011).

Isı Pulpa İlişkisi

Restoratif tedavi sırasında oluşan ısı artışının, pulpa dokusu üzerindeki zararlı etkisi klinisyenleri kaygılandırmıştır (Hannig ve Bott, 1999). Diş preperasyonu, geçici kron fabrikasyonu, termoplastik kök kanal obturasyonu, ultrasonik alet kullanımı ve ışık ile polimerize olan kompozitlerin kullanılması gibi rutin klinik prosedürler ile pulpa ve destekleyen dokularda ısı artışı meydana gelir (Kwon ve ark., 2013). Görünen ışık ile polimerize olan kompozit rezinlerdeki ısı artışı, hem ekzotermik reaksiyon sonucunda hem de ışık ünitesinden yayılan ısı ile oluşur (Hannig ve Bott, 1999). Işık üniteleriyle oluşan ısı artışının pulpal dokulara kalıcı şekilde zarar verebileceği rapor edilmiştir (Bouillaguet ve ark., 2005). Zach ve Cohen (1962) maymunlar üzerinde yaptıkları bir çalışmada pulpa odasındaki 5,5 C°lik ısı artışının geri dönüşümsüz pulpa hasarı meydana getirdiğini bulmuşlardır. Pulpa içi sıcaklığın 42,5 C°’ ye ulaşması halinde pulpa dokusuna geri dönüşümsüz zarar verecek şekilde sonuçlanabilmektedir (Photo ve Scheinin, 1958). Polimerizasyon sırasında pulpadaki sıcaklık artışı; kompozit rezin materyalinin karakteristiği, altta kalan dentin kalınlığı ve pulpanın dolaşım sisteminin durumu gibi birçok faktöre bağlıdır (Bagis ve ark., 2008). Restoratif materyalin kompozisyonu ısı artışında önemli bir faktördür ( Shortall ve Harrington, 1998). Düşük inorganik partikül miktarı ile daha yüksek organik matriks oranına sahip olan akışkan kompozitlerde polimerizasyon sırasında pulpa içi ısı artışı, akışkan olmayanlara göre daha fazladır
(Müjdeci ve ark., 2005).

Restoratif Materyallerin Yüzey Sertliklerinin Ölçülmesi

Yüzey sertlik ölçümleri çoğunlukla, konik veya küresel bir ucun deney materyaline batırılması karşısında materyalin gösterdiği direncin ölçülmesi ile yapılmaktadır. Sert uç, belirli bir kuvvetle materyale batırıldığında materyal üzerinde iz bırakmaktadır ve materyalin sertliği oluşan izin büyüklüğüyle ters orantılıdır. Örnekler üzerinde birkaç noktadan ölçüm yapılıp bu değerlerin ortalamaları alınmalıdır. Değerlerden biri diğerlerinden çok farklı ise ortalamaya alınmayıp durumun ayrıca belirtilmesi gerekmektedir (Seymen ve Gülhan, 1996).

Sertlik Ölçüm Metotları

Diş hekimliğinde kullanılan kompozit rezin esaslı restoratif materyallerin yüzey sertlik ölçümlerinde brinell, rockwell, knoop, vickers ve barcol kullanılan ölçüm metotlarıdır (Braga ve ark., 2012).

a) Brinell Sertlik Testi

Bu test, diş hekimliğinde kullanılan daha çok metalik içerikli materyallerin sertliğini ölçmekte uygulanan eski bir metottur. Yöntem, çoğunlukla 1,6 mm çapında olan küçük çelik veya volfram karbür topun 123 Newton (N)’luk yük ile penetrasyonuna karşı gösterilen dirence dayanır, ucun test edilen örnek ile 30 saniye temas ettirilip kaldırılması sonucunda oluşan izin çapı dikkatli bir şekilde ölçülür. Yük, hesaplanan iz yüzeyinin alanına bölünür sonuçta çıkan oran brinell sertlik değeridir. Belirli bir yük için iz ne kadar küçük ise, materyalin sertliği de o kadar yüksektir. Brinell sertlik testi geniş bir iz alanı oluşturması sebebiyle ortalama sertlik değerini tespit etmekte iyi, oldukça lokalize değerleri ortaya çıkarmakta ise zayıftır (Braga ve ark., 2012).

b) Rockwell Sertlik Testi

Rockwell yöntemi, diş hekimliğinde kullanılan plastikleri (kompozit rezinler, akrilik protezler, pit ve fissür sealantlar) test etmek için kullanılmaktadır. Bu yöntem oldukça hafif bir yük olan 30 kilogram kuvvet (kgf) ve standart rockwell testlerine göre oldukça geniş (12,7 mm) çapta bir top kullanır. Test, ilk etapta 3 kgf’lik (29,4 N) bir ön yükün uygulanması ile başlar ve daha sonra 30 kgf’lik yük 10 dakika boyunca örneğe uygulanır ve okuma yapılır. Diş plastiklerinin viskoelastik olmasından ötürü, büyük yük kaldırılır kaldırılmaz bir iz oluşur. Bu testin avantajları arasında sertliğin direkt okunması ve viskoelastik materyallerin test edilmesine uygun olması sayılabilir. Dezavantajları arasında ise, bir ön yük gerektirmesi sebebiyle fazla süreye ihtiyaç duyulması ve yükün kaldırılmasından sonra izin hemen yok olabilmesi bulunmaktadır (Braga ve ark., 2012).

c) Knoop Sertlik Testi

Knoop sertlik testi, mikro-iz test yönteminin gereksinimlerini karşılamak için geliştirilmiştir. Bu yöntem, uygulanan yükün 3,6 kgf’ı (35 N) geçmediği ince plastikler, metal levhalar veya kırılgan materyaller için uygundur. Knoop yöntemi izaçara farklı yüklerin uygulanabileceği biçimde tasarlanmıştır. Bu sebeple oluşan iz alanı uygulanan yüke ve test edilen materyallerin yapısına göre değişiklik gösterir. Bu test yönteminin avantajı, sadece test yükünün değiştirilmesiyle çok çeşitli sertlik değerlerini içeren farklı materyallerin test edilebilmesidir. Hafif yük uygulanmasıyla çok hassas mikro-izler oluşmasından dolayı, bu test yöntemi belirli bir bölgede değerleri değişen materyalleri incelemek için kullanılabilir (Braga ve ark., 2012). Bu testin dezavantajları arasında fazla cilalanmış ve düz bir örnek istemesi ve test süresinin uzun olması sayılabilir (Braga ve ark., 2012).

d) Vickers Sertlik Testi

Vickers sertlik testi, knoop testiyle aynı prensibe sahiptir. İz açar olarak kare tabanlı bir piramit elmas uç kullanılır. Sonucunda yük, izin alanına bölünür, izin köşegenlerinin uzunluğu ölçülür ve ortalaması alınır (Poskus ve ark., 2004). Bu test kırılgan maddelerin sertliğinin tespitinde kullanılması için uygundur. Bu nedenle, döküm diş alaşımlarıyla beraber diş yapılarının sertliğini ölçmek için de kullanılmaktadır (Braga ve ark., 2012). Brinell ve rockwell testleri “makrosertlik testleri” iken, knoop ve vickers “mikrosertlik testleri” olarak sınıflandırılır. Knoop ve vickers testlerinde 9,8 N’dan az yükler uygulanır. Oluşan izlerin küçük ve 19 µm’den az derinlikte olmasıyla ince objelerin küçük bölgeleri ölçülebilir (Anusavice, 2003).

e) Barcol Sertlik Testi

Barcol sertlik ölçüm testi yay şeklinde, yüklenebilir ve sivri bir çelik ucun batma direncinin ölçümüyle sertlik değerlerinin oluşturulduğu bir yöntemdir. Materyal yüzeyi içine penetre olan uç batma derinliği, mutlak Barcol sayılarına dönüştürülür. Örnekler, 10 kilogram (kg)’lık sabit bir yük uygulayacak Barcol Impressor olarak bilinen, elle tutulan sertlik ölçerin batıcı ucunun altına yerleştirilir. Cihazın üzerinde bulunan kadran göstergesi maksimuma varana kadar örneğe doğru basınç uygulanır ve gösterge 0 ve 100 arasında kalibre edilmiş bir skala üzerinde değer verir. Barcol sertlik değerleri plastik endüstrisinde çok yaygın bir şekilde kullanıldığı gibi, kompozit rezinlerin polimerizasyon derecesini ölçmek için de kullanılmaktadır (Deliktaş, 2006). Taşınabilir olması ve ölçümlerin direkt gözlenebilir olması kolaylığından dolayı birçok çalışmada barcol yüzey sertlik ölçüm cihazı kullanılmıştır (Deliktaş ve Ulusoy, 2006).
kalın yazı
Dental Restorasyonlarda Bitirme ve Cila İşlemleri

Bitirme; yapılan restorasyona anatomik diş formu verebilmek amacıyla yüzeyin kabaca şekillendirilmesi işlemidir. Cila ise, bitirme işlemi sonucunda oluşan yüzey pürüzlülüğünün azaltılmasıdır. Bitirme ve cila işlemleri birbirine bağlıdır ve birbirinden ayrı düşünülemez (Erdemir ve ark., 2012). Dental restorasyonları bitirme işlemlerinin temel amaçları arasında yer alan restorasyona iyi bir kontür ve oklüzyon sağlanması, sağlıklı embraşür formu verilmesi ve düzgün bir yüzey oluşturulması hem estetik bütünlük hem de ağız sağlığı için oldukça önemlidir (Türkün ve Türkün, 2004). Bitirme ve cila işlemleri birbirini takip eden basamaklardan oluşur (Türkün ve Türkün, 2004).

  1. Kaba bitirme: Büyük grenli aşındırıcılar ile restorasyonun bitirme işlemine hazır hale getirilmesidir. Bu aşamada, gren boyutu 100 µm ya da daha büyük olan aşındırıcılar gerekir. Bu amaçla elmas, tungsten karbit bitirme frezleri ile aşındırıcı bitirme diskleri kullanılır (Jefferies, 1998).

  2. Kontur verme: Bu işlemde estetik ve fonksiyonel kriterlere uygun olarak restorasyonun en son şekli kazandırılır (Türkün ve Türkün, 2004).

  3. İnce bitirme: Bu işlem restorasyon kenarlarının tam olarak uyumlandırılmasını ve yüzey düzgünlüğünün geliştirilmesini içerir. 100 µm’den küçük, 15-20 µm’den büyük gren boyutunda aşındırıcılar kullanılır. Kaplı diskler, bağlı aşındırıcı aletler, ince elmas frezler ya da çok yivli bitirme frezleri ince bitirme için uygundur.

  4. Cila: son olarak mineye benzer parlak, düzgün yüzey oluşturmak için ince ve ekstra ince kaplı aşındırıcı diskler veya 0.3-20 µm boyutunda aşındırıcı partiküllere sahip parlatma patları uygulanır (Jefferies, 1998).

MATERYAL METOT

Kullanılan Materyaller

Bu çalışmada, farklı içeriklere sahip 4 adet A2 ve 1 adet üniversal renkte kompozit rezin kullanılmış ve tesviye polisaj işlemleri sonrasında oluşan yüzeye farklı süre ve ortam şartlarında ilave ışık uygulanarak yüzey sertliği ölçülmüştür.

Filtek Silorane

Filtek Silorane (3M ESPE, St. Paul, MN, ABD) mikro-hibrit yapıda siloksan-oksiran esaslı bir kompozit rezindir. Ağırlığının % 76’sı, hacminin % 55’i doldurucudan oluşur. Siloran rezin, kamforokinon, iyodonyum tuzu ve elektron vericisi içeren başlatıcı sistemi, kuartz doldurucu, itriyum florür, stabilizatörler ve pigmentler içerir. 400-500 nm dalga boyundaki halojen ışık cihazıyla 40 sn, 500-1000 miliwatt/santimetre kare (mW/cm²) gücündeki LED cihazıyla 40 sn, 1000-1500 mW/cm² gücündeki LED cihazıyla 20 sn polimerizasyon için yeterlidir (3M ESPE Filtek Silorane kullanım talimatı, 2007).

Filtek Z 550

Filtek Z 550 (3M ESPE, St. Paul, MN, ABD) nano-hibrit radyoopak bir kompozit rezindir (Şekil 2). Hem ön hemde arka grup dişlerin restorasyonlarında kullanılır. İnorganik içerik, yüzey modifiye zirkonyum/silika ve 20 nm yüzey modifiye silika partikülünün karışımıyla oluşur ve miktarı ağırlıkça % 81,8 (hacimce % 67,8)’dir. Silika partikül boyutu 20 nm iken zirkonyum/silika partikül boyutu 0.1-10 mikrondur. Rezin olarak Bis-GMA, UDMA, Bisfenol-A ethoxylated dimetakrilat (Bis-EMA) ve TEGDMA içerir. Filtek Z 550, en az 400 mW/cm² gücündeki ışık cihazlarıyla polimerize edilir ve 2 mm’lik materyal için 20 sn yeterlidir.

Gradia Direct Anterior

Gradia Direct Anterior ( GC Europe, Leuven, Japonya), mikro-hibrit bir kompozit rezindir. Silika ve prepolimerize doldurucu içeren Gradia Direct Anterior’un doldurucu miktarı ağırlığın % 73’ü hacminin % 64’üdür. Ortalama partikül büyüklüğü 0,85 µm’dir. Matriks, UDMA ve dimetakrilat co-monomerlerinin karışımından oluşur. Gradia Direct Anterior 3. 4. ve 5. sınıf kavitelerin restorasyonunda, kök yüzeyinde, kama şeklindeki defektlerde ve diestema kapama vakalarının direkt restorasyonunda kullanılabilir

Quixfil

Quixfil (Dentsply Konstanz Almanya) özellikle posterior kullanım için oluşturulmuş rezin bazlı bir restoratif materyaldir. Düşük polimerizasyon büzülmesi ve yüksek polimerizasyon derinliğinden dolayı tek seferde 4 mm kalınlığında yerleştirilebilinir. Yüksek doldurucu içeriğine sahiptir, doldurucu matrix oranı ağırlıkça 85,5:14,5, hacimce 66,4:33,6’dir. Sadece universal renk seçeneği mevcuttur. Quixfil UDMA, TEGDMA, di ve trimetakrilat rezinleri, karboksilik ve modifiye dimetakrilat rezinleri içerir. Doldurucu madde olarak silanlanmış stronsiyum alüminyum sodyum florid fosfat silikat camı içerir. Işık gücü 500-800 mw/cm² olan cihazlar için 20 sn, 800 mw/cm² den fazla olanlar için 10 sn polimerizasyon yeterlidir (Dentsply Quixfil kullanma talimatı, 2004).

Ceram-X Mono

Ceram-X Mono (Dentsply, Konstanz Almanya) ışıkla polimerize olan, anterior ve posterior dişlerin restorasyonları için kullanılabilen radyoopak hibrid rezindir. Ceram-x Mono, nano-seramik teknolojiye göre üretilmiştir. Doldurucu olarak ortalama 2.3 nm boyutunda organik modifiye seramik nanopartikülleri, 10 nm boyutunda nanodoldurucu ve ortalama partikül büyüklüğü 1 µm olan geleneksel cam doldurucu içerir. Doldurucu miktarı ağırlığın % 76’sı, hacmin % 57’sidir. Monomer olarak dimetakrilat rezinleri içerir. Bununla beraber içeriği metakrilat modifiye polisiloksan (organik modifiye seramik), stabilizatör, kamforokinon, etil-4 benzoat, floresan pigment, baryum-alüminyum-borosilikat cam, fonksiyonel metakrilat silikondioksit nanodoldurucu, demir oksit pigmentleri, titanyum oksit pigmentleri ve alüminyum sülfo silikat pigmentleri içerir.

Sof-Lex XT Şekillendirme ve Cila Sistemi

Sof-Lex XT (3M ESPE, St. Paul, MN, ABD) ekstra ince disk sistemi kompozitler için mükemmel bir cilalama sistemidir. Sof-Lex şekillendirme ve cilalama sisteminde üzerleri alüminyum oksit (Al2O3) ile kaplanmış diskler bir mandrel vasıtasıyla yüzeye uygulanır. Sof-Lex XT diskleri renkle kodlandırılmıştır ve koyu tonlar kalın grenliyken açık tonlar ince grenlidir. Kalın grenliden inceye doğru uygulama yapılır. Koyu turuncu renginde olan kalın grenli disk yükseklik almada kullanılırken turuncu, açık turuncu ve sarı, sırası ile kontur, bitim ve cilalama için kullanılır. Yüzeye 15-20 sn boyunca uygulanmalıdır. Kalın ve orta grenli diskler hızı dakikada 10.000 devir/dakika (rpm) devirli dental el aletiyle kullanılırken, ince ve süper ince grenliler 30.000 rpm devirle kullanılır. Cilalama esnasında hafif bir kuvvet uygulanır ve mandrelin yüzeye değmesinden kaçınılır. Bu sistemin uygulanacağı alanın kuru olması önemlidir. Her bir gren kullanılmasından sonra yüzey yıkanır, sonrasında ise kurutulur.