Kadınların Genel Sağlık Sorunları

KADIN SAĞLIĞI AÇISINDAN ÖZEL DURUMLAR

Bugün üstünde yaşadığımız dünyanın dönmesini sağlayan kadınlarımızın genel sorunları hakkında konuşacağız. Sizlerde onlarla iletişim kurmakta zorlanıyorsanız bu yazıyı okuyup dertlerini dinleyebilirsiniz.

nevsehirde_kadin_kollari_baskanlari_kadin_sorunu_icin_bir_araya_geliyor_h30183

Kalp Damar Hastalıkları

kalp-ve-damar-cerrahı-nasıl-olunur

Kadınlarda kalp damar hastalıklarından yıllık ölüm oranı tüm kanser şekillerinden, kronik akciğer hastalıklarından, pnömoni ve diyabetten ölümlerden daha fazladır. Bununla birlikte kadınlarda kalp damar hastalığı sıklığı normalin altında olarak bilinmektedir. Kabul edilen görüşe göre erkeklerde kalp damar hastalıklarından ölüm ve morbidite daha yaygınken kadın olmanın bu hastalıklara karşı koruyucu olduğu kabul edilmektedir. Bu genellemeler erken yetişkin dönemdeki erkek ve kadınlar için geçerliyken yaşlanmayla birlikte gerçekliği azalmaktadır.

Yedinci ve sekizinci onyıllarda erkek ve kadınlar için risk eşittir ve kalp hastalığı ve inmeden ölen kadınların mutlak sayısı erkeklerden daha fazla bulunmaktadır. Koroner ateroskleroz, koroner kalp hastalığı ve koroner olaylardan mortalite ve morbidite için risk faktörleri açısından erkek ve kadınlarda fark bulunmaktadır. Kadınlarda hastalık gelişimi erkeklerden yaklaşık 10 yıl sonra gelişmektedir, bununla birlikte eğer kadınlarda miyokard enfarktüsü gelişirse sonuçlar erkeklerden daha kötü olmaktadır.

Kadınlardaki enfarktüsün agresif klinik yönetimi daha zor olmaktadır. Etnik açıdan bakıldığında Afrikalı Amerikalılarda ölüm oranı beyazlardan %34 daha fazladır. Koroner kalp hastalıkları açısından kadın ve erkeklerdeki risk faktörleri genellikle benzerdir. Bununla birlikte bazı risk faktörlerinin etkinlik derecesi cinsiyete göre farklılık göstermektedir. Örneğin diyabet hastalığı koroner kalp hastalığını kadınlarda 3-7 kat arttırırken erkeklerde 2-3 kat arttırmaktadır.

doymamis-yag-asitleri

Düşük HDL kolesterol düzeyi koroner kalp hastalığı için kadınlarda erkeklerden daha belirleyicidir. Ayrıca aynı şekilde düşük HDL kolesterol ile birlikte yüksek trigliserid düzeyi de kadınlar için önemli bir risk faktörüdür. Kadın ve erkeklerde hipertansiyonun hastalık için eşit etkinliği vardır ve tedaviyle de koroner hastalık riski eşit oranda düşmektedir. Belirlenmiş koroner hastalığı olan kadınlarda kolesterolün düşürülmesi ikincil koruyucu etki yaratırken hiperlipidemilerin tedavisi açısından kadınlardaki başarı erkeklerden daha düşüktür. Özellikle oral kontraseptif kullanan bayanlarda sigara kullanımı önemli bir risk faktörüdür ve genç bayanlarda sigara içme oranı erkeklerden fazla görülmektedir.

Depresyon gibi psikososyal faktörler (kadınlarda 5 kat fazla), sosyoekonomik durum (yaşlı bayanlarda az) ve stresle birlikte cinsiyete göre değişen yanıtların etkinlikleri için daha fazla çalışmaya gerek vardır. Kadınlarda kalp damar hastalıklarının önlenmesine yönelik daha az çalışma yapılması nedeniyle, Amerikan Kalp Cemiyeti ve Amerikan Kardiyoloji Derneği 2004 yılında kadınlarda kalp damar hastalıklarını önlemeye yönelik kanıta dayalı yönergeler yayınlamışlardır.

Bu yönergelerin içerikleri aşağıdaki gibidir:

(I) Aterosklerozun gelişimiyle birlikte olan kardiyovaskuler risk çocuklukta oluşmaya başlamaktadır ve erişkin dönemde ortaya çıkmaktadır.

(2) riskin ağırlık derecesi bazal kardiyovaskuler risk seviyesiyle tahmin edilmektedir. Yönergelerde risk dereceleri Framingham global risk değerlendirmesine göre yapılmaktadır (10 yıllık risk %20’nin üzerindeyse yüksek, %10-20 arasındaysa orta, % lO’un altındaysa düşük risk). Yapılan önerilerin dayanağı da daha önce yapılmış klinik çalışmalardan derlenmiş kanıtlarla desteklenmiştir.

Kalp damar hastalıkları için önerilen risk stratejileri risk faktörlerinin değerlendirilmesini içermelidir ve yüksek, orta ve düşük risk olarak sınıflandırılmalıdır. Yaşam tarzı değişiklikleri tüm kadınlara önerilmekle birlikte diğer riski azaltmaya yönelik girişimler risk derecesine ve stratejinin etkinliğine bağlıdır. Koroner arter hastalığının kliniği kadın ve erkeklerde değişik şekilde olmaktadır.

Erkeklerde miyokard enfarktüsü ön planda iken kadınlarda angina klinik semptom olarak ön plana çıkmaktadır. Akut miyokard enfarktüsü geçiren 5 kadında yapılan bir çalışmada, kadınların bir ay önce verdikleri şikayetler; baş dönmesi (%70), uyku bozukluğu (%48), dispne (%42) ve göğüs ağrısı (%30) şeklinde bulunmuştur. Enfarktüs anındaki semptomlar, dispne (%58), atipik göğüs ağrısı (%57), halsizlik (%55), baş dönmesi (%55), soğuk terleme (%39) ve sersemlik (%39) olarak tarif edilmiştir. Bu çalışmada bulunan önemli olaylardan bir tanesi, koroner sendromu olan kadınlarda sıklıkla atipik ağrı semptomları oluşmasıdır. Koroner kalp hastalığı olan kadınlarda uzun ve lasa dönem mortalite oranları miyokard enfarktüsünden sonra belirgin olarak artmaktadır.

Kadınlarda miyokard enfarktüsünden sonra konjestif kalp yetersizliği, tekrar eden angina ve rekurrent enfartüs oranları erkeklerin iki katına çıkmaktadır. Kadınlardaki bu kötü sonuçlarla ilgili olan faktörler muhtemelen, tanıda ileri yaş ve yüksek hipertansiyon ve diyabet oranıdır.

1

Tedavi şekli de kadın ve erkeklerde farklılık göstermektedir. Kadınlara kardiyak kateterizasyon ve revaskularizasyon prosedürleri gibi invaziv işlemler nadiren uygulanmaktadır. Yine cinsiyet farkıyla birlikte kişinin semptomlarına yönelik doktorun yönetimi ve semptom risklerine yönelik kişinin değerlendirilmeside değişmektedir. Yaşlı erişkinlerde en sık hastaneye yatırılma nedeni olan konjestif kalp yetersizliğinin sonuçları da kadın ve erkeklerde değişmektedir.

Eğer iskemik nedenlerle kalp yetersizliği oluşmuşsa sonuçlar her iki cinste de kötü olmaktadır.
İskemik olmayan kardiyomiyopatilerde ise sonuçlar kadınlarda daha iyi olmaktadır. Konjestif kalp yetersizliği olan kadınların yaklaşık %40’ında sol ventrikül fonksiyonu korunmuştur ve sıklıkla hipertansiyonla iiişki iidirler.

A.B.O.'de inme üçüncü sıklıkta görülen ölüm nedenidir ve ağır morbidite açısından da ilk sıradadır. Her ne kadar inme sıklığı erkeklerde yüksekse de ölümler yaşlı kadınlarda kliniğin daha ağır olması nedeniyle yüksektir. Siyah kadınlarda inme riski beyazlardan daha yüksektir. Kadın ve erkeklerdeki risk faktörleri düşünülecek olursa hipertansiyon ve diyabet gibi en sık görülen risk faktörleri kadınlarda daha fazla görülmektedir.

Benign Meme Hastalıkları

meme-hastaliklari

Kadınlarda oluşan meme şikayetlerinin ayrıntılı olarak incelenmesi meme kanserinin erken tespiti ıçın önemlidir. Memedeki kitleye bağlı meme kanser sıklığı yaşla birlikte artmaktadır. Adolesanlarda memedeki kitlenin en sık nedeni fibroadenomlardır. 25-40 yaş arası kadınlardaki meme kitlelerinin % 10 nedeni meme kanseri iken bu oran 35-55 yaş arasında %55, 55 yaş ve üzerinde ise %85’tir. Yine 25-40 yaş arası kadınlarda memedeki kitlelerin %25 nedeni fibroadenomdur. Bu oran 35-55 yaş arası kadınlarda % 1O’dur. Bu oran fibrokistik hastalık için ise 25-40 yaş arası %55, 35-55 yaş arası %30’dur.

İnce iğne aspirasyonu ile solit kitleler kistik olanlardan kolaylıkla ayırt edilmektedir. Kanlı sıvı gelen veya tamamen rezorbe olmayan kistik kitleler biyopsi ile daha ayrıntılı incelenmelidir. Memede eritem veya cilt çekilmesi varlığında mamografi veya meme muayenesinde kitle izlenmese de biyopsi gerektirmektedir. Meme başının içe çekilmesinde Paget hastalığı düşünülerek punch biyopsi ile ekarte edilmeye çalışılmalıdır.
.
Meme ağrısı sık görülen şikayetlerdendir. Bu ağrıyla birlikte ele gelen kitle varlığında meme kanseri açısından kişi incelenmelidir. Meme ağrı şikayeti olanlarda diyette kafein tüketiminin azaltılmasıyla fayda sağlanabilir. Her ne kadar oral kontraseptiflerle meme ağrısı arası ilişki bulunmasa da HRT bu şikayete neden olabilmektedir, bu gibi durumlarda östrojen dozunun azaltılması faydalı olabilmektedir.

Pelvik inflamatuar Hastalık

kadinlarin_korkulu_ruyasi_pid_h8010

Pelvik inflamatuar hastalık (PIO), endometrit, salfenjit, tuboovarian abse ve pelvik peritoniti de içeren üst genital sistemin enflamasyonunu belirten bir spektrumdur. Çoğu vakada seksüel geçişli enfeksiyon yapan mikroorganizmalar saptanmaktadır. Adolesanlarda risk diğer yaş grubundaki kadınlara göre daha yüksektir. Diğer risk faktörleri, cinsel eş sayısının çok olması ve geçmiş 30 gün içerisinde yeni eş edinmesidir. Önlenebilir infertilitenin en sık nedenlerindendir.

Tek bir kez PIO epizodu geçiren kadınların % l3’ünde infertilite olma ihtimali bulunmuştur. İki kez PIO sonrası bu oran %30’a çıkarken üç veya üstünde hastalık geçirenlerde %50-70’e yükselmektedir. Hastalığın major komplikasyonu siyah kadınlarda en sık gebeliğe bağlı mortalite nedeni olan ektopik gebeliktir.

Hastalığın tanısı semptom ve bulguların çeşitlilik göstermesi nedeniyle zor olmaktadır. Çoğu hastada semptom ol uşmayabi imektedir. Laparaskopik olarak PIO saptanan hastaların üçte ikisi hastalıkla ilgili bir semptom vermemektedir. Bununla birlikte bazı kadınlarda vajinal akıntı ve disparoni gibi hafif semptomlar olabilmektedir. Her ne kadar salfenjit tanısı için laparaskopi kullanılmaktaysa da çoğu akut vakada kullanımı mümkün olamamaktadır. Bunun için PIO tanısı klinik bulgulara dayandırılmaktadır fakat tanıda duyarlı veya özgül olabilecek tek bir öykü, fizik veya laboratuar bulgu yoktur.

PIO için ampirik tedavi risk faktörleri olan, diğer tanıların ekarte edildiği ve aşağıdaki
kriterlerin karşılandığı durumlarda başlanmalıdır. Alt karın bölgesinde hassasiyet, adneksiyal hassasiyet ve servikal hareketlerde ağrı. Klinik tanıyı destekleyici bulgular, anormal servikal akıntı ve Neisseria gonorrhoeae veya Chlamydia trachomatis enfeksiyonlarının gösterilmesidir.

Hastalığı tanımlayan kesin kriterler; biyopside endometrit tanısının histopatolojik olarak gösterilmesi serbest batın sıvısıyla beraber veya serbest sıvı olmadan kalınlaşmış, sıvıyla dolu fallop tüplerinin bulunması veya abdominal görüntülemede saptanan tubo-ovarian absedir.

PIO ile ilişkili laparaskopik bulgular. Hastalıktan şüphelenip tedavi başlayacağımız sınır değeri düşük olmalıdır. Hastalık Önleme ve Kontrol Merkezinin önerdiği tedavi rejimi 70-gösterilmiştir. Parenteral ve oral rejimin hastanın ayaktan veya yatarak tedavi edilmesinin etkinliğini gösteren kesin veriler bulunmamaktadır.

PIO için hastaneye yatış kriterleri gösterilmektedir. Tedaviye başladıktan sonra 3 gün içerisinde kişide belirgin rahatlama izlenmektedir. Ateşi veya karın, adneks ve servikal hassasiyeti devam eden hastalarda ek tanı yöntemleri veya cerrahi kullanılmalıdır. PIO olan hastaların eşleri cinsel geçişli hastalıklar yönünden incelenmeli ve tanısal çalışmalarda kanıt bulunamazsa C.trachomatis ve N.Gonorrhoeae enfeksiyonuna yönelik tedavi uygulanmalıdır.

İdrar Kaçırma

idrar-kacirma

İstemsiz idrar kaybı olarak bilinen inkontinans, mesane basıncının üretra basıncını geçtiği durumlarda oluşmaktadır. Stres inkontinans (pozisyon değişiklikleri veya öksürme ve hapşırma gibi Valsalva manevralarıyla), urge inkontinans (acil idrar yapma isteği sırasında idrar kaçışı), taşma inkontinans (yüksek derecede gerilmiş mesaneden artmış basınç nedeniyle kaçış) ve fonksiyonel inkontinans (inme ve hareketsiz kalma gibi dış nedenlerle) olarak dörde ayrılmaktadır.

İdrar kaçırma kadınlarda sık görülen bir hastalıktır ve menopoz sonrası kadınların yaklaşık %25’inde görülmektedir. Erkeklerde de nadiren görülmektedir. Normal kadın üretrası mukozal kıvrımlar oluşturacak şeklide birçok katlantılardan oluşmuştur. Üretrall mukoza hücrelerinde östrojen reseptörleri bulunmaktadır ve fonksiyonel bir üretral mukoza için östrojene gereksinim vardır. Perimenopozal dönemde elastisite ve üretral epitel tonus kaybı nedeniyle stres inkontinans görülebilmektedir. Mesane çıkım fonksiyon bozukluğuna östrojen azlığı nedeniyle oluşan mukozal bozukluk yanında sistoüretrosel (mesane ve üretranın vajinaya doğru sarkması), dış sfinkter mekanizmasının zayıflaması (pudental sinir hasarı) ve mesane boynu yetersizliği (üretropeksi gibi daha önceden yapılan invaziv işleme bağlı) de neden olmaktadır.

İdrar kaçırması olan kadınların değerlendirilmesinde, inkontinans tipini ve sıklığını belirleyecek şekilde öykü alınması gerekmektedir. Öyküde aynı zamanda kullanılan ilaçlar, varolan hastalıklar (diyabet, nörolojik hastalık) ve hormonal durum sorgulanmalıdır.

Fizik muayenede, vajina ve üretra mukozasını da inceleyecek şekilde tam bir pelvik muayene yapılmalıdır. Ek olarak nörolojik muayenesi de yapılmalıdır. Rektal muayene ile dinlenme sfinkter tonusu, rektosel varlığı ve sfinkterlerin istemli kasılmalarına bakılmalıdır. İleri inceleme olarak idrar tahlili ve kültür ile işeme sonrası rezidüel idrar hacmi ölçülmelidir.

Daha önce pelvik cerrahi geçiren, gece işemesi olan, sürekli idrar kaçırınası olan, işeme sonrası rezidüeli yüksek olan veya nörolojik hastalığı olanlarda ürodinamik testler ürolog veya ürojinekolog tarafından değerlendirilmelidir.

Diğer semptom ve bulgular olmadan sadece stres inkontinans nedeniyle cerrahi planlanan hastalarda ürodinamik inceleme önerilmemektedir. Tedavi nedene göre yapılmalıdır. Urge inkontinansta antikolinerjik ajanlar etkili olmaktadır. Menopoz sonrası kadınlarda topikal östrojen uygulaması faydalıdır.
.
Farmakolojik ajanların yanı sıra pelvik kas egzersizleri pelvik taban kaslarını kuvvetlendirmek için uygulanabilir. Urge için yine beklemeden düzenli olarak işemesi önerilebilir. Konservatif tedavilerle başarı sağlanamazsa cerrahi tedavi düşünülmelidir.

Aile içi Şiddet

manset2

Kadına karşı olan istismar toplumda önemli bir sağlık sorunudur. A.B.D.'de aile içi şiddet 15-44 yaş arası kadınlarda ruhsal ve fiziksel hasarın önde gelen nedenlerindendir. Yine Birleşik Devletlerde, her yıl 2-4 milyon kadın fizikselolarak istismara uğramaktadır ve her dört aileden birisinde şiddet olduğu bildirilmektedir. Aile içi şiddet hemen her kültürel, etnik ve sosyoekonomik toplumlarda görülmektedir.

Çok çeşitli fiziksel şikayetlerle çok sık doktora başvuran kadınlarda aile içi şiddet akla gelmelidir çünkü bu durum kadınlarda kendini somatik hastalıklarla göstermektedir. Kadınların şiddete uğradığı durumlarda genellikle ailedeki çocuklar da etkilenmektedir. Bundan dolayı doktorlar bu gibi durumlarda ailesel şiddetin olduğu topluluklardaki tüm bireyler incelenmelidir.

Aile içi şiddet, sadece evlilik durumunda değil evlilik dışı ilişkilerde de karşımıza çıkmaktadır. Her ne kadar tüm kadınlara olası fiziksel, seksüel ve duygusal istismar hakkında sorgulama yapılması gerekse de bazı doktorlar buna gerek duymamaktadır. Aile içi şiddet hakkında kadınlara duyarlı bir tarama yapılmalıdır. Kadınlar için içerisinde bulunduğu durumun anlatılması duygusal olarak hoş olmasa da bu durumu doktoruyla baş başa iken anlatması doğru olacaktır. Eğer kadın ilk vizitte korku ve kaygı nedeniyle durumunu anlatamamışsa daha sonra vizitlerde bir şekilde bunu anlatması gerekmektedir.

Aile içi şiddeti gösteren tek özgül bir semptom olmamakla birlikte çeşitli kırıklar ve yanık derecesinde ezilmeler, mandibula veya nazal kerrı.ik kirıkları, kulak zarı perforasyonu, vulvar ve rektal skar ile intihar girişimi gibi durumlar bizi bu konuda uyaran göstergeler olmaktadır.

Daha belirgin bulgular, hasar ve tedavi arasındaki sürenin uzun olması ve kişinin ifadesi ile hasar durumunun birbiriyle ilişkili olmamasıdır. çoğu durumda şiddeti uygulayanlar kadının doktorla tek kalmasını ve şiddet hakkında konuşmalarını istemezler. Görüşme sırasında bir şekilde kisa bir an da olsa kişiyle tek kalınmasına dikkat edilmelidir. Gerekirse özür dilenerek kadının bazı testler yaptırılması gerektiği söylenerek hemşire veya doktorla tek kalmasına çalışılır.

Aile içi şiddet hakkında kişi sorgulanırken kişinin sağlığı ve güvenliği açısından dikkatli olunmalıdır ve ofis muayenesinin daha uygun olduğu anlatılmalıdır. Tarama sorularında ayrıca kişi şiddete uğradığı kişi ile ilişkisi olup olmadığı ve daha sonra yeni bir eş ile ilişkili kaygı durumu sorgulanmalıdır. Ciddi hasar ve ölüm riskine rağmen şiddete uğrayan kadınlar genellikle doktora diğer somatik şikayetlerle başvurmaktadırlar. Şiddetle kendini gösteren hastalıklar çeşitli fiziksel ve psikolojik yollarla oluşan sağlık sorunlarıyla karşımıza çıkmaktadır.

Şiddete maruz kalanlargenellikle hastanelerin acil servislerine başvurmaktadır. Tedavi öncelikle yaraların değerlendirilmesi ve iyileştirilmesini içermelidir. Ayrıca duygusal ve psikolojik destek sağlanarak kadın ve çocukları için güvenilir ortamlar sağlanmalıdır. Doktorlarda gerekli telefon ve iletişim numaraları bulunmalıdır.

Yeme Bozuklukları

20141024190046_28511

Anoreksiya ve bulimia nervosa gibi yeme bozuklukları genellikle genç kızları etkilenmekle birlikte kadınlarda erkeklerden 10 kat fazla görülmektedir. Kadınlarda anoreksiya sıklığı %0,5 iken bulimia sıklığı %1-3 oranındadır. Çoğu kadında yeme şekli, vücut yapısı ve fiziksel ve psikolojik olarak kiloları hakkında olumsuz düşünceler bulunsa da yeme bozuklukları tanısında kullanılan kriterlerden birini karşılamamaktadır. Bu bozuklukların her ikisinde de ciddi tıbbi ve psikolojik morbidite ve mortalite bulunmaktadır.

Yeme bozukluğu olan kadınların %30-50’sinde depresyon, obsesif kompulsif bozukluk ve madde kullanımı gibi psikiyatrik bozukluklar bulunmaktadır. Yeme bozukluklarının etiolojisinde çok çeşitli faktörler rol almaktadır. Daha önceden belirtilmiş etkenler, sosyokültürel baskı, aile ilişkilerinin yetersiz olması ve gelişmemiş kişilik bozukluklarıdır.

Aile, ikiz, edinilmiş evlat ve genetik bağlantılı çalışmalar bu bozukluklarının genetik tabanlı olabileceğine ilişkin kanıtlar sunmuştur. Çoğu hastalıktaki gibi bu hastalıklarda da etioloji genetik ve biyolojik faktörlerin çevresel ve sosyokültürel faktörlerle etkileşmesine bağlanmaktadır.

Anoreksiya nervosa, yaşa göre kilo ve boy için normalin alt veya üst sınırına erişememe ile karakterizedir. Genç kadınlar kilo alımından veya vücutlarının belirli bölgelerinin yağlanmasından korkmaktadırlar. Hastalık özellikle puberte öncesi dönemdeki kızlarda ciddi olarak görülmekle birlikte puberte sonrası dönemde amenore ile karşımıza gelebilmektedirler.

Düşük kilo genellikle kalori kısıtlaması ve aşırı egzersizle karşılanmaktadır ve bir şeklinde de bulimiada olduğu gibi aşırı yeme ve kusma şeklinde de olmaktadır.Bu bulimik semptomların olması anoreksiyada tedaviye yanıtın kötü olacağını göstermektedir. Bulimia nervosa olan kadınlar geneııikle normal kilolarındadır. Bu bozukluk tekrarlayan aşırı yeme epizodlarıyla karakterizedir.Bu epizodları provakatif kusma veya laksatif ve diüretiklerin kullanımı ve aşırı egzersizlerle boşaltım izlemektedir.

image

Anoreksiya nervosanın aksine kişiler bu hastalıkla yıllarca başkalarının haberi olmadan yaşamaktadır. Toplumdan gizlenmesine ve davranışın tehlikesine rağmen tedaviye gelmeden önce yıllarca hastalıklı kalmaktadırlar. Kişiler genellikle yeme bozukluklarından şikayetçi olmamaktadırlar. Hastalığın temel semptomları davranış ve hastalığın inkar edilmesidir. Temel şikayet; kaygı, depresyon, iritabilite, yoksunluk, kabızlık (herhangi objektif bulgu olmadan), karın ağrısı, düzensiz mensler ve amenore ve başağrısıdır.

Anoreksiyadaki temel bulgular ise düşük ağırlık, bradikardi, hipotansiyon, saç dökülmesi, lanugo oluşması, düşük vücut ısısı, cilt ve saç kuruluğu ve ağır vakalarda periferal ödemdir. Ters olarak bulimialı kadınlar kendilerini sağlıklı hissederler. Diş doktorları, aşırı kusmaya bağlı dişlerin iç yüzeyinde mine tabakasında erozyon görebilirler. Parotis veya tükürük bezleri genişleyebilir. Dominant elin işaret parmağında kusmayı tetiklemek için kullanıldığından nasırlaşma izlenebilir (Russel işareti). Bununla birlikte çoğu kişi zamanla parmağını kullanmadan kusmayı öğrenmektedir.

Tıbbi açıdan bakıldığında bu hastalıkların komplikasyonları tedavisi çok zor olan psikiyatrik durumlar yaratmaktadır. Hemen hemen tüm vücut sistemi etkilenmektedir. En tehlikeli komplikasyonlardan biri kardiyak aritmiler (ventriküler ve sinus) ve ani kardiyak ölüme neden olabilen QT uzamalarıdır. Kusma için kullanılan ipeka bitkisine bağlı ölümle sonuçlanabilen ipeka miyokarditi görülebilir.

Anoreksiya nervosalı kadınlarda süperior mesenterik sendrom gelişerek tekrar beslenmede pankreatit görülebilmektedir. Bulimia nervosada tekrarlayan kusmalarla özefajit görülebilir. Bu durum, özefagus perforasyonu ve Mallory- Weiss yırtıklarına neden olabilir. Nadiren mide rüptürü izlenebilir. Her iki bozuklukta da hipotalamus, adrenal, gonadotropin ve tiroid aksında bozukluk oluşabilmektedir. Bunların sonucunda oluşan hormonal bozukluklar, hipotiroidizm veya ötiroid hasta sendromu, infertilite, osteopeni ve kısmen anoreksiya nervosada büyüme geriliğiyle kendini göstermektedir.

Sıvı eksikliği giderilmelidir fakat verilen sıvı miktarı konusunda dikkatli olunmalıdır. Hipokalemi, hipofosfatemi ve hipokalemik alkaloz tedavi edilmelidir. Tekrar beslenme sürecinde aşırı sıvı verilmesiyle sodyum düzeylerinde düşüklük izlenebilir. Bu süreçte, potasyum, kalsiyum, fosfor, magnezyum ve çinko verilmesi önemlidir.

Ciddi hastalığı olan bazı vakalar yoğun bakım ünitesinde izlenmelidir. Bununla birlikte kişilerin tedaviyi reddetme istekleri tıbbi bir merkezde tedavilerini güçleştirmektedir. Kişi tıbbi olarak stabil hale geldikten sonra tedavi, yeterli gıda takviyesi, psikoterapi ve bazen varsa depresyon ve anksiyetenin tedavisi şeklinde devam etmelidir. Psikoterapi tedavinin önemli bir bölümüdür. Halen evinde yaşamakta olan prepuberte veya adolesan dönemdeki kişilerin tedavisinde aile tedavisi de yer almalıdır.

Duygu, Davranış ve Algı Bozukluklan

cocuk-2

Kadın ve erkeklerde duygu ve davranış bozuklukların farklı sıklık, oluşum ve semptomlarla izlenmektedir. Depresyon ve mevsimsel duygu durum bozuklukları kadınlarda erkeklerden 2-3 kat fazladır. Kadınların yaşam siklusları boyunca östrojen ve progesteron seviyelerindeki değişkenlikler menarş, doğum sonrası dönem ve menopozda depresyon riskinde artış oluşturmaktadır.

Bipolar bozukluklar kadın ve erkeklerde eşit sıklıkta görülmekle birlikte kadınlardaki depresif period daha sık olmakta ve duygu durumları daha hızlı değişmektedir. Buna ek olarak ilaç ve hipertiroidin tetiklediği hızlı siklus değişiklikleri kadınlarda daha sıktır. Her ne kadar şizofreni sıklığı kadın ve erkeklerde eşitse de kadınlarda ortaya çıkış yaşı yaklaşık 5 yıl sonra olmaktadır.

Şizofreni gelişiminde östrojen koruyucu bir faktördür ve düşük östrojen seviyesinin olduğu durumlarda psikotik hasta iik oranları artmaktadır. Nörotransmiter üzerindeki hormonal etkiler yüksek anksiyete ve depresyon sıklığına neden olmaktadır. Östrojen, nörotransmitter metabolizmasındaki primer enzim olan monoamin oksidaz aktivitesini inhibe ederek serotonerjik, dopaminerjik ve noradrenerjik etkiler yaratmaktadır. Hayvan deneylerinden elde edilen veriler östrojenin beyinde serotonin reseptör yoğunluğunu arttırdığını göstermektedir.

Düşük serotonin ve naradrenalin düzeylerinin depresyonla ilişkili olduğu düşünülmektedir. Bunun tersine progesteron metabolitleri GABA (gama amino butirik asit) reseptörlerini etkilemektedir. GABA’yl taklit eden tedavi şekilleri anksiyeteyi azaltmaktadır. Üreme çağında duygu ve psikolojik durum değişiklikleri hormonal düzeylerle değişmektedir.

Premenstrüel disforik bozukluk siklusun luteal fazında oluşmaktadır ve birkaç siklusla birlikte azalmaktadır. Yapılan az sayıdaki çalışmada oral kontraseptiflerin bu hastalığın bazı semptomlarını azalttığı bulunmuştur. Bununla birlikte oral kontraseptiflerin depresyonu olan kadınlarda depresyon tekrarlarını arttırdığı bilinmektedir. Eğer bir kadın depresyonda ise veya oral kontraseptif kullanırken depresyon gelişirse kişiye değişik oral kontraseptif preparasyonları hakkında bilgi verilmelidir.

Depresyon ve diğer major psikiyatrik hastalıklar riski gebelik sırasında düşükken doğum sonrası dönemde yükselmektedir. Kadınların yaklaşık %10’unda doğum sonrası depresyon gelişmektedir ve doğum sonrası 4-5 ayda en yüksek sıklıkta görülmektedir. Doğum sonrası depresyon çocuklarda duygusal ve enteııektüel hasar oluşturduğu için erken tanı ve tedavi anneyle birlikte çocuğun da sağlığına etkili olacaktır.

Östrojen tedavisi doğum sonrası depresyonu azaItmakla birlikte bipolar bozukluk öyküsü olanlarda dönüşümlerin hızlı olmasına neden olmaktadır. Menopoz süresince çeşitli nörofizyolojik ve davranışsal değişiklikler oluşmaktadır. Reproduktif siklusa bağlı duygu durum değişiklikleri olan kadınlar perimenopozal dönemde artmış depresyon riski mevcuttur.

Yaşlı nüfuslarda alzheimer hastalık sıklığı kadınlarda 2,7 kat fazla olmakla birlikte çoklu infarktlı demans her iki cinste de eşittir.

1 Beğeni

En büyük tehlike aslında meme kanseridir. Günümüzde bu kadar yaygın olmasına rağmen hala gözardı edilen bir hastalıktır. Meme kanserinde erken teşhis çok önemlidir. Meme kanserinin görülme oranı, yaşla birlikte artmaktadır. Bu nedenle 40 yaş sonrası kadınların düzenli meme muayenesi ve mamografi yaptırmaları çok önemlidir. Erken tanısı konmuş meme kanseri tamamen tedavi edilebilen bir hastalıktır. Kadınların her ay kendi kendilerine yapacağı kontrol, meme kanserinin erken teşhisine olanak tanımaktadır.