İntertisyel Akciğer Hastalıkları

İnterstisyel akciğer hastalıkları, diffüz kronik akciğer hasarı ve sıklıkla irreversible fibrozise ilerleryen enflamasyonla karakterizedir, 20’den fazla durumu kapsamaktadır. Bu hastalıkları teşhis etmenin esas zorluğu, pratikte sık görülen klinik, radyografik ve fizyolojik bulgularla açığa çıkmasıdır. İnterstisyel akciğer hastalığı sınıflaması patogenezlerindeki yeni bilgiler ortaya çıktıktan yıllar sonra değişti. Bu yazı interstisyel akciğer hastalığını aşağıdaki katagorilere ayıran sınıflamasını kullanmaktadır: idiopatik interstisyel pnomoni, granulomatoz hastalıklar, konnektif doku kaynaklı interstisyel akciğer hastalıkları, ilaç ilişkili interstisyel akciğer hastalıkları, pulmoner vaskülitik hastalıklar ve sarkoidozis, eozinofilik graInüoma ve lenjanjioleio myomatozis gibi iyi tanımlanmış sendromlar şeklinde ortaya çıkan sebebi bilinmeyen durumlar. Genelolarak interstisyel akciğer hastalığı sendromu olarak bilinen 4 bulgu ile karakterizedir: 1) öksürük ve dispne gibi respiratuar semptomlar 2) gögüs radyografik filmlerinde görünen bilateral infiltrasyonlar 3) akciğer restrüksiyonu ile birlikte olan fizyolojik anormallikler 4) fibrozis ve enflamasyonu gösteren histolojik anormallikler. Bu sendromun hastalardaki erken tanısı interstisyel akciğer hastalığını akla getirir ve tanı atlama ve gereksiz testlerden sıklıkla korur. Hastalardaki respiratuar semptomlar genellikle subakut ya da kroniktir, semptomların ortaya çıkmasından aylar ya da haftalar ya da yıllar sonra tanı konan hastalar olur. Yorgunluk, ateş ve kilo kaybı nadir değildir. Hastalığın erken evrelerinde semptomlar aktivite ile ortaya çıkar, dinlenme ile kaybolur ya da azalır. Bu klinik sıklıkla tıbbi yardım arayışının gecikmesine sebep olur, çünkü hastalar sıklıkla bu semptomların ilerleyen yaşlarına, kötü kondisyonlarına ya da diğer hastalıklarına atfederler.

Bazı hastalar rutin ilerleyiş esnasında tanı alırken, bir kısmı çok geç seviyelerde tanı alırlar. Esaslı bir hikaye tanıyı spesifikleştirmede faydalı olur, örneğin yaş önemli bir tanı faktördür, çünkü bazı hastalar tipik olarak 50 yaşından sonra gözlemlenir (IPF) oysa bir kısmı daha genç yaşlarda görülür (sarkoidoz,eozinofilik granulom). Cinsiyet de önemli bir faktördür, çünkü interstisyel akciğer hastalıklarının nadir görülen bazı formları hemen hemen sadece kadınlarda görülür, sıklıkla doğurganlık çağındaki genç kadınlarda görülen lenfanjioleio myomatozis gibi. ABD’ nin güneydoğusunda Afrikalı Amerikalı ırkta sarkoidozun yaygın olması gibi bazı ırklarda interstisyel akciğer hastalığının orantısız yüksek insidans görülebilir. Konnektif doku hastalığının geçmişi açığa çıkarılmalıdır (lupus, romataid artirit, skleroderma), çünkü bu hastalıklar sıklıkla akciğer interstisyumunu da etkiler. çevresel ve mesleki maruziyet hikayesi de önemlidir, çünkü buna bağlı olarak asbes toz ya da berilyoz gibi akciğer fibrozisine neden olan ajanlara maruziyet ortaya konabilir. Bazı hastalıklar interstisyel akciğer hastalığını taklit edebilir, konjestif kalp yetmezliği gibi ve zararsız görünen hastalıklar da tanıyı yanııtabilir (örn., gastrik içeriğin kronik aspirasyonu). Kullanılan farmakolojik ajanların bir listesi yapılmalıdır çünkü bazı ilaçlar interstisyel akciğer hastalığı gelişimiyle alakalıdır (amiadaron, bleomisin).

Fizik muayene, egzersiz esnasında saptanabilen, hafif fizyolojik anormallikleri olan fakat sağlıklı görünen hastaları ortaya çıkartabilir (egzersiz esnasında hemoglobin oksijen desaturasyonu gibi). İnterstisyel akciğer hastalıklı hastalarda inspeksiyonla göğüs ekspansiyonunun azaldığı tespit edilebilir. Palpasyon ve perküsyonda nadiren değişiklikler saptanabilir fakat oskültasyon her iki akciğer bazallerinde velcro raller duyulur, bir başka bulgu çomak parmaktır. Döküntü, artirit ve eklem deformiteleri, Reynaud fenomeni, disfaji dermatomiyozit, polimyozit, progresif sistemik skleroz ya da mikst konnektif doku hastalığı gibi konnektif doku hastalığına bağlı interstisyel akciğer hastalığına işaret eder. Juguler venöz dolgunluk, kardiyak gallo, S2 sertleşmesi, bacak ödemi gibi sağ ventriküler yetmezlik bulguları genellikle kronik hipoksemiden kaynaklanır ve son dönem akciğer hastalığına işaret eder. Akciğer radyogramı, retikülo noduler değişikliklerin dağılımına bakılarak olası tanıları azaıtabilir, (sarkoidoz, lenfanjioleio myomatoz, hipersensitivite pnomonisi, eozinofilik granulom, ankliozan spondilit) sıklıkla üst orta sağ grafide idiopatik pulmoner fibrozis (IPF) de görülen akciğer volümlerinde azalma ile birlikte iki taraflı baziller infiltrasyonları göstermektedir.

IPF, asbestoz ve bir çok konnektif doku kaynaklı interstisyel akciğer hastalığı tipik olarak alt akciğer loblarını tutar. Bazı durumlarda proksimal hava yolututulumu ön plandadır, sarkoidozda görüldüğü gibi. Akciğer periferinin tutulması IPF’ de karakteristiktir. İnterstisyel akciğer hastalıklı bazı hastalar (lenfanjioleiomyomatozis ve eozinofilik granulom) kistik değişikler gözlenebilir. Bazı hastalarda da kavitasyon (wegener granulomotozisi ve sarkoidozda olduğu gibi) görülebilir. Diğer göğüs yapılarının, plevral yüzey ve mediasten gibi dikkatli incelenmesi önemlidir, örneğin sarkoidozda tipik olarak hiler ve mediastinal lenfadenopati gözlenir. Plevral efüzyonlar konnektif doku hastalığının yol açtığı interstisyel akciğer hastalığına eşlik edebilirler. Bu örnekler en iyi göğüs HRCT’si ile analiz edilir. HRCT interstisyel akciğer hastalıklı hastaların takibinde olmazsa olmaz testtir. Pulmoner fonksiyon testleri tipik olarak restriktif şekil gösterir. Orantılı olarak hava akımının azaldığı, birinci saniyedeki zorlu expiratuar hacim/zorlu vital kapasite oranın (FEV ıIFVC) (hava akırrunda obstruksiyon yokluğuna işaret eder) oranın korunduğu, ve toplam akciğer kapasitesi ve fonksiyonel rezidüel kapasitenin düştüğü görülür. Karbondioksit difüzyon kapasitesi sıklıkla düşmüştür ve egzersiz esnasında oksijen saturasyonu azalır. Hastalığın ileri evrelerinde arteryel kandaki oksijen basıncı (Pa02) istirahatte bile düşer.

İnterstisyel akciğer hastalığının klasik bulguları ile açıklanan fizyolojik anormallikler bulunmasına rağmen KOAH’a benzeyen bir şekil diğer interstisyel akciğer hastalıklılarda görülebilir. Bu şartlar altında görüntüleme çalışmalan akciğer volümünün korunduğunu gösterir. Fizyolojik restriksiyon gösteren görüntüleme çalışmalan, bilateral infiltrasyonlar ve düşük akciğer volümü interstisyel akciğer hastalığının klasik bulgulandır. Bu bulgular karışıklığa sebep olup tanıyı geciktirebilir, bununla birlikte bu antitelerde görünen histolojik değişikliklerin dikkatli incelenmesi işe yarar bir açıklama sağlar. Histolojik olarak interstisyel akciğer hastalığı, damar yapılannın bazal membranı ile distal hava boşluklan arasında yer alan alveol epitelyal hücrelerinin bazal membranı arasında bulunan, akciğer interstisyumunu etkiler. Bu boşluk aynı zamanda alveolar kanala ve respiratuar bronşiallere doğru ilerler. Normal olarak akciğer interstisyumu, efektif gaz değişimine izin verecek inceliği sağlayacak kadar az miktarda fibroblast ve konnektif doku elemanlan içerir. İnterstisyel akciğer hastalığında bu alan, fibroblast çoğalması ve alveolar boşlukla vasküler yapı arasındaki mesafeyi artıran aberan matriks birikmesi ile genişler, böylelikle gaz hastalığın aktivitesine bağlı olarak etkisi değişik olabilir. Özel olarak; hastalık, akciğer volümlerinde azalmayla birlikte olan fizyolojik restriksiyona yol açan distal alveol alanları ile çevrelenen intertisyum etkiler. Zıt olarak, distal bronşiollerin yanındaki proksimal asinuslara yakın intertisyumu tercihan etkilen hastalık akciğer volümlerinde korunma ve fizyolojik obstrüksiyon görülebilir. mi engellenir ya da gecikir. Bu kalınlaşmış interstisyum; zayıf oksijenizasyon ve düşük kompliansla kendisini gösteren artmış akciğer sertliği, küçülmüş akciğer volumleri ve artmış nefes alma yükü ile açıklanır. Bu bulgular IPF ve asbestozis gibi hastalıklarda görülen klinik bulguları açıklar. İnterstisyel akciğer hastalığı daha proksimal interstisyel alanların tutulumuyla karakterizedir,

KOAH’da görülen fizyolojik anormalliklere benzer olarak hava akımına karşı obstrüksiyona yol açacak şekilde, bu küçük hava yollarının daralması meydana gelir. Bu interstisyel akciğer hastalıkları diğer interstisyel akciğer hastalıklarından ayırt edilebilir çünkü obstrüktif fizyolojik karakteristiklerine ek olarak akciğer radyografisinde küçülmüş akciğer volümleri görülmez. Akciğer volümleri korunmuş ya da havalanma fazlalığı şeklinde görülebilir. İnterstisyel akciğer hastalığı; sarkoidoz, lenjanjioleionıyomaıoz, eozinofilik granulom, bronşiolilis obliterans organize pnomoni (BOOP) ve hipersensitivile pnomonilerini de içeren tabloları geliştirebilir. Klinik bulguları, görüntüleme çalışmaları ve fizyolojik karakteristikleri spesifik bir antiteye işaret edebilmesine rağmen tanıyı kesinleştirmek için histolojik bulgular sıklıkla gereklidir. Bununla beraber akciğerler hasardan sonra sıklıkla nonspesifik patolojik değişikliklere yol açacak belirli onarım şekilleri sergilediğinden histolojik bulgular her zaman tanı koydurucu olmayabilir. Örneğin granülomatöz infiltrasyon, sarkoidoz karakteristiğidir fakat granülomlar aynı zamanda tuberküloz gibi enfeksiyon hastalıkları, berilyozis, wegener granülomatozis ve hipersensitivite pnömonisi gibi hastalıklarda da görülebilir. Alışıldık interstisyel pnömoni şekli tipik IPF dir. Fakat konnektif doku hastalıklarına bağlı interstisyel akciğer hastalığı da görülebilir. İnterstisyel akciğer hastalığı tanısı yalnız başına nonspesifik fakat beraber olduklarında spesifik tanıya işaret eden klinik, radyolojik ve histolojik bulgulara dayanır.

Genel olarak interstisyel akciğer hastalığının tedavisi interstisyel sürece neden olan spesifik antiteye bağlıdır. Eğer etken olarak çevresel ya da mesleki riskler ya da ilaçlar ortaya konulmuşsa, harap edici ajanlardan kurtulmak önemlidir. Bununla birlikte birçok vakada bu tür bir suçlu ortaya konulamaz. Hal böyle olunca immun süpresanlarla tedavi kullanılabilir, çünkü bu durumların birçoğu akciğer enflamasyonuyla alakalıdır. Oksijen desteği ve pulmoner rehabilitasyon, ilerlemiş hastalığı olan seçilmiş bazı hastalarda faydalı olabilir. Etkin terapilerin kullanılamadığı ilerleyici fibrozisli interstisyel akciğer hastalığı olanlarda akciğer transplantasyonu planlanmalıdır. idiopatik i terstisyel Pnömoni IlP’ ler orijini bilinmeyen interstisyel akciğer hastalığı grubudur. Bu durumlar 1970’ lerde genellikle IPF’ nin değişik varyasyonları olarak değerlendirilirdi. Bununla birlikte birbirinden farklı klinik dışa vurumlar, doğal gidişat ve hastalarda uygulanan tedaviye yanıt, aşağıdaki histolojik şekillerden köken alan idiyopatik interstisyel hastalıklar içinde bir grup olarak tekrardan sınıflandırılmasına yol açtı: alışıldık inıerslisyel pnomoni (VİP), nonspesifik intertisyel pnomoni (NSİP), akuı inıerstisyel pnomoni (AİP) ve desquanıaıij inıerslisyel pnomoni (DİP). IlP’ lerden IPF aynı zamanda kriptojenik fibrozisli alveolit olarak da bilinir, ABD’de 85,000 ila 100,000 kişiyi etkileyen en sık, en yaygın hastalıktır. IPF, başlangıçta relatif olarak nadir bir hastalık olarak düşünülmesi ne rağmen bazı populasyonlarda yüzbinde 29 vaka prevelansıyla en sık görülen interstisyel akciğer hastalıklarından birisi olduğu anlaşılmıştır. Prevelans 70 yaşın üzerindeki hastalarda çok daha fazladır. IPF’ li birçok hastada hastalık sporadiktir, bununla birlikte IPF bazı ailelerin üyelerinde gösterilmiştir, bu da genetik değişikliklerin bu hastalığa predispozan olabileceğini gösterir (familyal lPF olarak adlandırılır). Hastalık idiyopatiktir, fakat gamma herpes virusleri IPF’ li hastaların büyük oranında, akciğerde tespit edilmiştir, ve buna benzer bir durum hayvan modelinde rapor edilmiştir.

interstisiyel-akciger-hastaliklari

Asbestoz, silika ve tuberküloz gibi birçok çevresel, mesleki ve infeksiyöz ajan akciğer fibrozisine sebep olabilir. Bu nedenler IPF’yi diğer akciğer hastalıklarından ayırmak, prognoz ve tedavi hakkında fikir yürütme bakımından önemlidir. IPF nonproduktif öksürük, egzersiz performansını kötüleştiren nefes darlığı ve sonunda hipoksemik akciğer solunum yetmezliğine sebep olan nefes darlığı ile sonuçlanan akciğerlerin progresif fibrozİsi ile karakterizedir. Tipik IPF’ ii hasta 50-70 yaşları arasındadır ve sıklıkla semptomların tanıdan 1-2 yıl öncesinden ortaya çıktığı görülür. Fizik muayenede, çoğu kez, skarlaşmanın hakim olduğu alanlara işaret edecek şekilde, her iki akciğer bazallerinde raııer tespit edilir. Konnektif doku depolanmasının artmasıyla akciğer sertleşir ve kompliansı azalır.

IPF’deki düşük oksijenizasyon, çoğu zaman uzun süreli oksijen destek tedavisi gerektirir. Göğüs radyografisi akciğerlerin bazal ve periferindeki yaygın infiltrasyonları gösterir. HRCT akciğerin daha iyi izlenmesine izin verir ve hastalığın yaygınlığını değerlendirmede çok kullanışlıdır. HRCT fibrozisli alanları gösterir ve diğer göğüs yapıları hakkında bilgi sağlar. IPF’nin klasik HRCT bulguları; periferik yerleşimli bilateral retikülonodüler infiltrasyonlar, bal peteği görünümü, buzlu cam görünümü olmaksızın traksiyon bronşiektazisi, lenfadenopati ve plevral hastalıktır. Tipik klinik bulgular ve klasik HRCT bulgularının varlığında akciğer biyopsisine gerek olmayabilir. Malesef doğrulama amaçlı akciğer biopsisi birçok hastada gerekir. IPF’nin histolojik şekli, normal alveoler yapılar arasına serpiştirilmiş skar dokusu alanlarını gösterir.

İlginç bir patolojik özellik ise jibroblasıik odakların (hastalık aktivite merkezi olduğuna inanılan fibroblastların biriktiği alanlar) varlığıdır. Bu doku organizasyon şekli diğer hastalıklara eşlik edebilen (konnektif doku kaynaklı interstisyel akciğer hastalığı) UİP’dir; bunun için, histolojik belirtilerin UİP’e işaret ettiği aşikar sebebin olmadığı interstisyel akciğer hastalığı sendromunu içeren klinik, radyografik ve histolojik tabloya dayanır. Halihazırda IPF’nin bilinen efektif bir tedavisi yoktur, enflamasyon önemli bir faktör olduğundan kortikosteroidler ve diğer immünosüpres~nlar (örn., azitiopirin, siklofosfamid) kullanılmıştı fakat şu anda bu ilaçların progresyonda çok küçük bir duraksama yaptığı ve zararlı olabileceği anlaşılmıştır. Sonuç olarak interferon, pirferidon ve asetilsisteini de içeren birkaç başka ilaç, klinik çalışmalarda test edilmektedir. İkinci en sık görülen HP Nsip’ dir. Terimden anlaşıldığı gibi nonspesifik ve diffuz interstisyel enflamasyonla karakterize histolojik tabloyla kendini gösteren bir durumdur. Sıklıkla konnektif doku hastalıkları (SLE, RA, polimiyozit) yada hipersensitivite pnomonisi ile alakalıdır. Bu hastalıklarla olan bağlantısı çok güçlü olduğundan NSİp nin histolojik doğrulaması bu hastalıklar için bir araştırma gerektirir. IPF de olduğu gibi NSİp’ li hastalar yavaş ilerleyen dispne, ve bilateral interstisyel infiltrasyonlarla kendini gösterir, HRCT de sıklıkla buzlu cam opasitesi görülür. NSİp immünsüpresan ajanlara IPF den fazla cevap verir ve bu ajanlarla 3 aylık deneme periyodu planlanmalıdır. Bununla birlikte ara sıra Nsİp önemli fibrozisle ilişkili olabilir (fibrozis NSİP) ve bu hastalarda mümkünse akciğer transplantasyonu planlanmalıdır.

interstisyel-akciger-hastaligi

Dip genellikle genç ve sigara içme hikayesi olan hastalarda görülür. Hastalar göğüs radyograrnında bilateral infiltrasyonlar ve ilerleyici nefes darlığı ile kendilerini gösterirler. HRCT şekli özgül değildir, tanı için biyopsi gerekebilir. Doku histolojik bulguları, alveoler boşluktaaktive makrofaj birikimini gösterir. Tedavi tütüne maruziyetin önlenmesi ve immünsüpresan ilaçlarla olur. Dİp sıklıkla tütüne maruziyetle alakalı ve benzer klinik dışa vurumu olan respiratuar bronşiolitle karışır. Aİp yaygın görülmeyen, bir başka İİp çeşididir. AİP’ nin görünümü, günler ya da birkaç hafta içerisinde ilerleyici dispne ve bunun yol açtığı solunum yetmezliği ile sonuçlanabilecek kadar akut olmasıyla diğer İİP’ler den ayrılır. Histolojik çalışma diffuz interstisyel fibrozis gösterir, immünosüpresan çalışması önerilmesine rağmenbu durum tedaviden bağımsız olarak sıklıkla ölümcüldür. BOOP, bu hastalıkları klinik olarak taklit ettiği için sıklıkla İİp grubu içerisinde değerlendirilir. BOOP’lu hastalar egzersizde ortaya çıkan ve bazen üst solunum yolu viral enfeksiyonuna benzer, akut hastalıktan sonra tetiklenen subakut ya da kronik dispne ile ortaya çıkar. Konnektif doku hastalıkları inhalen madde inhalasyonu ve metotreksat gibi ilaçlar BOOP’a yol açabilir. Histolojik olarak BOOP, distal hava yolları ve insterstisyel enflamasyon ve distal hava boşluklarının fibroblastlar ve fibrozisle obliterasyonu ile karakterizedir. NSİp ve Dİp ye benzer şekilde immünsüpresan tedaviye cevap verecek bir durumdur.

Granulomatoz akciğer infiltrasyonu ile karakterize interstisyel akciğer hastalıkları arasıda sarkoidoz en sık görülenidir. Sarkoidoz dünya çapında yüzbinde 1-40 prevelansa sahip multisistem bir hastalıktır. İskandinav, Germen ve İrlandalı hastalara kıyasla Kuzey Avrupa’da sarkoidoz yüksek insidansla görülür. ABD’de sarkoidoz prevelans oranları beyazlar için; yüzbinde 10.9 ve afrikan amerikanlarda yüzbinde 35,5’tur, kadınlar daha sık etkilenmiştir. Sarkoidoz sıklıkla genç hastalarda görülür, 10-40 yaş arası kadınlar erkeklerden daha fazla etkilenmiştir. Sarkoidoz dokuda; fibroblastlar ve konnektif doku tarafından çevrelenmiş epiteloid hücreler, monositler, lenfositler ve makrofajlardan oluşan, iç çekirdeği olan nonkazeifiye granulom formasyonuyla karakterizedir.

Solunum fonksiyon testleri obstrüksiyon, restriksiyon ya da her ikisinin kombinasyonları şeklinde fizyolojik anormallikler gösterebilir ya da normalolabilir. Karaciğer tutulumu transamilazların ılımlı yükselmesine neden olabilir ve nadir de olsa siroz rapor edilmiştir. Hiperkalsiüri ve hiperkalsemi, artrruş intestinal absorbsiyonun ve vitamin D’nin sarkoid granulomlarda aktif formuna dönüşümünün artmasından dolayı gözlemlenebilir. Sarkoidoz tanısı tipik klinik, radyografik ve histolojik tabloya dayanır. Dokularda nonkazeifiye granulomlar görülür fakat sarkoidoz için nonspesifiktir, mikobakteriel enfeksiyonlar gibi enfeksiyonları ekarte etmek adına klinik örneklerde ARE boyaması ve kültürle dikkatli inceleme yapılmalıdır. Nekroze granulomlar sarkoidozda rapor edilmiştir, fakat bu bulgu enfeksiyoz sebepleri granulomlar yüzde doksanın üzerindeki hastada hava yollarını ve/veya akciğer parankimini kapsar. Üst solunum yolu lenf nodları, deri ve gözler tutulmuş olabilir, aynı zamanda karaciğer, kemik iliği, dalak, musküloskelatal sistem, kalp tükrük bezleri ve sinir sistemini de içeren diğer organlar etkilenmiş olabilirler. Bu lezyonların kaynağı bilinmiyor fakat bakteriyel artıklardan çevresel maruziyetlere kadar geniş yelpazedeki inhale edilmiş antijenler suçlanmaktadır. Bugüne kadar ne genetik faktorler ne de spesifik tetikleyiciler açıkça ortaya konmuş değildir. Sarkoidoz, TNF-alfa, İnterferon-gama, İnterlokinibeta gibi proinflamatuar stokinlerin akciğerde yükselmiş konsatrasyonları ve CD4( +) lenfositlerin yüksekliği ile kendini belli eden kutanöz anerji tarafından ortaya Çıkartılan, anormal immun fonksiyon la alakalıdır. Bu düzensizlikler, inatçı enflamasyon oluşturması yönünde etki eden Th2 sitokinlerine karşılık, Th 1 üretimindeki imbalansla uyumlu olarak bronkoalveoler lavajda gözlemlenebilir.

Hastaların yarısına yakınında hastalık, semptomların gelişmesinden önce rutin göğüs radyografisinde saptanır. Semptomların ciddiyeti ve çeşitliliği etkilenen organlara bağlı olarak sarkoidoz çeşidiyle alakalıdır. Bazı vakalarda ilk semptomlar sıklıkla müphemdir ve subfebril ateş, kilo kaybı ya da eklem ağrısını içerebilir, Nefes darlığı, kuru öksürük ve göğüs ağrısı hastaların 113/2 sinde görülür, deri değişiklikleri, eritema nodozum, plaklar, noduııer, lupus pernio (chilblain) içerir. Göz semptomları da sıktır. Hastalar, üveitparotit ve fasiyal sinir palsisi triadı ile kendini gösteren Heerrforte sendromu olarak da bilinen üveoparotit ateş gibi iyi tanımlanmış sendromlar geliştirebilir. Löfgren sendromu eritama nodozum, plaklar, artralji ve hiler adenopatiyi içerir. İki sendrom da sarkoidozun diğer klinik prezentasyonlarıyla karşılaştırıldığında daha iyi prognoza sahiptir. Yüzde 90 hastada göğüs radyografisi bilateral hiler adenopati, infiltrasyonlar ve fibrozisi de içeren anormallikler gösterir.

Sarkoidozisin evre l’ de steroid nadiren tavsiye edilir, genellikle infiltrasyonlar değişken olduğunda veya 3 aylık dönemde kötüleşme veya hasta semptomatik olduğunda kullanılır intravenöz steroid için nadir endikasyondur Lezyonu küçültmek için oral prednizolon Kortikosteroide iyi yanıt aritmili veya dolaşım bozukluğu olan hastalarda kortikosteroid genellikle önerilir Akut semptomlarda çok iyi yanıt kuvvetle araştırmaya sevk etmelidir. Birçok interstisyel akciğer hastalıklarında doku tanısı için açık akciğer biyopsisi gerekmesinin aksine, sarkoidozdaki granulomlar deri lezyonlarından ya da mediastinal ya da periferal lenf nodlarından elde edilebilir. Transbronşial akciğer biyopsisi normal parankimi olan hastaların yüzde 50-60 oranında pozitiftir ve göğüs radyografisinde parankimal anormallik olan hastalarda yaklaşık % 90 pozitiftir.

Tanı bir kere konulduğunda tüm hastalar oftalmolojik değerlendirmeye tabi tutulmalıdır ve 24 saat idrar toplanarak hiperkalsiüri değerlendirilmelidir. EKG de önemlidir çünkü sarkoid kalbi tutabilir ve granulomatoz infiltrasyonun kalbin ileti sistemi kesintiye uğratması sonucu aritmi oluşabilir. Sarkoidozun seyri hastadan hastaya değişiklik gösterir, ırk roloynuyor gibi görünür. Örneğin, afrikan ameri kanlar (özeııikle kadınlar) asemptomatik ve kronik hastalık geliştirmeye eğilimli olan beyazlardan daha fazla şiddetli ve daha fazla akut etkilenmeye eğilimlidirler. Bu durumun bir istisnası akut üveit, ateş, sarkoid arfrifis ve miyopati geliştiren genç, açık tenli, beyaz İskandinav kadınlarda gözlemlenir. Bu hastalarda, üveit varsa, kortikosteroid tedavisi akut tedavinin ana unsurudur. Kortikosteroid kullanımı tedavinin başlıca dayanağı olmasına rağmen uzun dönem faydalı etkileri hala doğrulanmamıştır. Bu tedavinin etkinliğinin değerlendirilmesi, sarkoidozlu hastaların kabaca 1I3’ünün başlangıçtan sonraki 3 yıl içerisinde spontan remisyonu olgusu tarafından kısıtlanmıştır. Hastaların 1/3’ü stabil kalır ve 1/3’ ü progresyon gösterir ve yaklaşık yüzde ıo’ nunda ciddi akciğer fibrozisi geliştirir. Bu nedenle kortikosteroidlerle tedavi, akciğer fonksiyon testlerinde ya da görüntüleme çalışmalarında progresyon varlığı tespit edilene ya da organ işlev bozukluğunun varlığı tespit edilene kadarkullanılmamalıdır. Radyolojik değişiklikleri evre 2a ve daha yüksek olan hastalar (parankimal infiltrasyonları olan) düşük spontan remisyon oranına sahiptirler.

Birçok konnektif doku hastalığı diğer interstisyel akciğer hastalıklarından ayrılamayan akciğer enflamasyonuna neden olabilir. SLE, RA, mikst konnektif doku hastalığı, progresif sistemik sklerozis (Skleroderma), polimiyozit, dermatomyozit, sjögren sendromu diğerleri arasında örneklerdir. Interstisyel akciğer hastalığıile bağlantılı konnektif doku hastalığı, artirit gibi tipik konnektif doku hastalığı semptomlarından önce gelişebilir, bu tanıya zorlaştıran bir faktördür. Klinik belirtiler nonspesifiktir ve dispne, öksürük, ateş, kilo kaybı ve genel halsizliği içerir. Konnektif doku hastalığı bağlantılı interstisyel akciğer hastalığı düşünülen hastalarda derinlemesine alınan hikaye ve fizik muayene deri değişiklikleri, reynaud sendromu, özefagial dismotilite, döküntüler, el deformiteleri ve artirit gibi hastalıkla ilişkili anormallikleri ortaya koyar. Akciğer muayenesinde bilateral bazal raller değerlendirilebilir ve solunum fonksiyon testleri sıklıkla düşük akciğer difüzyon kapasitesiyle birlikte restriktif şekil gösterecektir. Göğüs görüntüleme teknikleri, infiltrasyonların dağılım şeklini gösterdikleri (örn., ankilazon spondilit, bilateral apikal fibrokaviter lezyonlarla birliktedir) ve bitişik torasik yapılar hakkında bilgi sağladıkları (örn., plevral efüzyonlar, romatoid artirit ve SLE de daha yaygın görülür) için faydalıdır. Pulmoner hipertansiyon, özellikle skleroderma ve SLE’de, bu hastalarda meydana çıkabilir. Pnomoni; SLE, sjögren sendromu, polimyozit-dermatomyozitte görülebilir.

Bronkoskopi, bronkoalveoler lavaj ve transbronşial biyopsi enfeksiyoz sebepleri ekarte ettirmek için çokça kullanılır ve doku biyopsisi bulguları nonspesifik olabilir. Derinlemesine hikaye ve fizik muayene bu hastalıkları diğer hastalıklardan ayırmada önemlidir, çünkü görüntüleme çalışmaları ve histolojik paternler ayırt edemeyebilir. Diğer interstisyel akciğer hastalıklarında olduğu gibi immünsüpresanlar, tedavinin ana dayanağıdır ve genellikle hastalıklar terapiye IPF’ de olduğundan daha iyi yanıt verirler. Altta yatan hastalığın tedavisi ve destekleyici tedavi ve önemlidir.

İlaç aracılı akciğer hastalıkları, akciğer hastalığının sebebinin ilaca karşı oluşan reaksiyon olarak açıklanabildiği bir grup hastalıktır (TabloI8.6). Sıklıkla interstisyel akciğer hastalığı ve herhangi farklı ilaç kullanımı arasındaki ilişkinin tarifi zordur çünkü semptomlar ilaç kullanım zamanıyla çakışmayabilir yada hasta semptomlarını ilaç kullanımıyla bağdaştırmayabilir (özellikle birden fazla tedavi alıyorsa). İdiyopatik akciğer hastalığına sebep olduğu bilinen tipik ilaçlardan, antiaritmik ajan olan amiodaron en fazla tanınabilenlerden birisidir. Amiodaron egzersiz sırasında ortaya çıkan dispne ya da öksürükle kendini gösteren akut ya da kronik alveol ar interstisyel hastalığa sebep olabilir, akut toksisite nadirdir ve kronik toksisite günlük 400 mg ya da fazla alan hastalarda daha sıktır. Fizik muayenede bilateral bazal raller tespit edilebilir ve pulmoner fonksiyon testleri restriktif şekil gösterebilir. Düşük akciğer difüzyon kapasitesi erkenden saptanabilir ve bu ilacı kullanan hastalarda binde kullanılabilecek iyi bir testtir. Göğüs görüntülerne çalışmaları unilateral ya da bilateral nonspesifik infiltrasyonlar gösterebilir. Bronkoalveolar lavaj ya da biyopsi ile elde edilen hücrelerin analizinde tipik olarak köpüksü makrofajlar görülür. Antineoplastik ilaç olan bleomisin, 450 üniteden daha fazla kümülatif doz alan çoğu hastada ortaya çıkan doz bağımlı sitotoksisiteye yol açar. BIeomisinin toksisite riski, radyoterapi alan hastalarda artmıştır ve yüksek oksijen konsantrasyonlarının solunması, önceden bu ilaçla tedavi edilmiş hastalarda akciğer toksisitesini hızlandırabilir. Metotreksatın pulmoner fibrozis gelişimiyle alakalı, hipersensitivite pnömonisinin bir tipini ortaya çıkardığı düşünülmektedir. Nitrofrantoin, fibrozise ilerleyebilecek hipersensitivite pnomonisi geliştirebilir.

Prokainomid gibi diğer ilaçlar plevral efüzyon ve interstisyel alveolar infiltrasyonlarla seyreden ilaç aracılı lupus sendromuna yol açabilir. Pulnomer Vaskulitler ve diffuz alveolar hemoraji sendromları ani başlayan öksürük, ateş ve dispneyle karakterizedir. Hemoptizi sıktır, anemi ve hava yollarındaki hemorajik sıvı varlığının bronkoskopi ile gösterilmesi tanıyı kuvvetlendirir. Göğüs radyografisi genelde diffüz alveolar infiltrasyonlar ya da yama tarzında infiltrasyonlar gösterir. Azotemi varlığı pulmoner renal sendroma işaret ediyor olabilir. Bazı akciğer hastalıkları, nötrofil sitoplazmik antijenlerine karşı oluşmuş periferik kanda gösterilebilen, antinotrofilik sitoplazmik antikor (ANCA) üretimi ile bağlantılı diffüz alveol ar hemoraji ile karakterizedir. ANCA’lar ilk olarak paucci-immun glomerulonefritli hastalarda gösterilmiştir. Diffüz alveol ar hemorajinin tekrarlayan epizodları, wegener granulomatozlu orta yaş hastalarda olduğu gibi irreversible interstinal fibrozisle sonuçlanabilir.

ANCA (+) vaskulitlerden kaynaklanan diffüz alveolar hemoraji mortalitesi yaklaşık %25-%50’ dir. Diffuz alveolar hemorajisi olan hastalardan elde edilen akciğer biyopsisinde görülen genel histolojik şekil; nötrofilik iinflitrasyon ve alveolar septalarla karakterize pulmoner kapilleritdir. Bu sırasıyla nekroz, kapiııer yapı entegrasyonunun kaybı ve eritrositlerin interstisyuma ve alveol ar mesafeye dökülmesine yol açar. Diğer histolojik bulgular, orta şiddette pulmoner hemoraji ve diffüz alveolar hasarı içerebilir. ANCA’lar, Wegener granulomatozis, mikroskobik polianjitis, Churge-Strauss sendromu, extrarenal hastalık olmaksızın paucci-immun gromerulonefrit ve bilinen ilaç aracılı vaskulit sendromlarını da içeren spesifik birkaç hastalıkla ilişkilidir. Bu şartlar altında, ANCA’ lar hem protein az 3 hem de miyeloperoksidaza eşlik eden özelliktedir. Wegener granulomatozisi, sıklıkla üst solunum yollarının küçük ve orta boy damarlarını, alt hava yolları ve böbreği tutan sistemik nekrotizan granulomatoz vaskulittir. En sık görülen bulgusu; öksürük, göğüs ağrısı, hemoptizi ve dispne gibi pulmoner bulgulardır. Diğer belirtiler trakiobronşial ağacın üst kısımları, böbrekler, kasiskelet sistemi, göz, kalp, sinir sistemi tutulumu ve eşlik eden ateş kilo kaybı gibi semptomları içerir. Wegener granulomatozis tanısı dolaşımda, sıklıkla proteinaz 3’ e karşı oluşan ANCA (c-ANCA) bulunması laboratuar bulgular ve klinik bulgular ile konur. Pozitif c-ANCA duyarlılığı Wegener granulamotozisi için %90-95’tir, özgül değildir. Göğüs görüntülerne teknikleri yavaş yavaş gelişme eğiliminde olan infiltrasyonları ve bilateral hastalığı gösterebilir. Akciğer noduııeri sıktır, kavitasyona yol açabilir.

Efüzyon ve adenopati sık değildir. Sinus filmleri ya da BT taramaları üst hava yolu tutulumunun tanısını koymaya hizmet eder. Wegener granulomatozis tanısını doğrulamak için, aktif hastalık alanında doku biyopsisi geneııikle gereklidir. Granulomatoz enflamasyon varlığı sıktır fakat aktüel vaskulit hastaların yaklaşık %35’inde görülür. Genelde böbrek biyopsisi tercih edilir, çünkü alınması kolay ve daha fazla tanısaldır. Renal tutulum olmadığında akciğer biyopsisi planlanmalıdır. Tipik histopatolojik bulgular vaskulit ve granulomatoz enflamasyondur. Benzer bulguları oluşturabilecek enfeksiyon varlığını dışlamak için, özel boyalar ve kültürler yapılmalıdır. Mikroskopik polianjitis, sıklıkla venülleri, kapillerleri, arteriolleri ve küçük arterleri klinik ya da patolojik nekrotizan granulomatoz enflamasyon olmaksızın etki leyen sistemik nekrotizan küçük damar vaskulitidir. Damar duvarlarında lokalize immunglobulinlerin yokluğu ya da yetersizliği mikroskopik polianjitisi; henoch schönlein purpura ve krioglobulinemik vaskulit gibi immun kompleks aracılı küçük damar vaskulitlerinden ayırır. Bu nadir durum (mikroskopik polianjitis) yüzbinde 1-3 prevelansa sahiptir fakat pulmoner-renal sendromun en sık görülen sebebidir. Mikroskopik polianjitisin semptom ve bulguları Wegener granulomatozisine benzerdir. Wegener granulomatozisin ve mikroskopik polianjitisin tedavileri benzerdir, siklofosfamidle kortikosteroidlerin kombine uygulanması standart tedavidir. İdame tedavisinde metotreksat, trimetoprim-sulfametaksazol ve azatiopirin kullanılır. Alerjik granulomatozis ya da Churg-Strauss sendromu akciğer, sinir sistemi ve deriyi tutan nekrotizan granulomatoz enflamasyon ve vaskülitte karakterize multisistemik hastalıktır. Diğer organlar daha az sıklıkla etkilenmiştir.

Genellikle doğrudan doğruya, hipersensitivite reaksiyonuna işaret edecek yüksek İg E seviyesi ve eozinofili eşlik eder. Bu durumdaki hastalar allerjik rinit ya da astma geliştirebilir. Vaskulit, deri nodulleri ya da purpura ile beraber bulunabilir. Birçok hasta kortikosteroidlere iyi cevap verir, fakat siklofosfomide benzeyen diğer immünsüpresanlar tedavisi güç hastalarda gerekebilir. Ek olarak, sistemik vaskulit kollajen damar hastalıkları, antiglomeruler antikor sendromu (Good Pasture sendromu) ve Henoch Schönlein purpurayı da içeren alveolar kapiııeritin diğer iyi bilinen sebepleri ortaya çıkabilir. Good Pasture sendromu, aynı zamanda akciğer bazal membranında da bulunan tip 4 kollajenin alfa 3 zincirine karşı oluşmuş antiglomeruler bazal membran antikorları tarafından oluşturulmuş, glomerulonefritle beraber diffuz alveoler hemorajiye sebep olur. Good Pasture sendromu tedavisi plazmaferez ve immunsupresyondur, bu hastalık tedavi edilmezse ölümcüldür. İdiopatik pulmoner hemoraji ya da hemosiderozis hariç tutulan tanılardır. Bu sendromu olan hastalar beraberinde renal ve sistemik hastalık olmaksızın, tekrarlayan diffüz alveolar hemoraji geliştirirler. Histolojik olarak akciğerlerde hemoraji ve enflamasyon olmaksızın hemosiderin toplanması görülür. Tedavi; destek tedavisi, immünsüpresyon, bazen de plazmaferezdir fakat tedaviye yanıt değişkendir. Bu sendrom yetişkinlere göre daha kötü prognoza sahip olan çocuklarda sık görülür.

Değişik çevresel ve mesleki maruziyetler interstisyel akciğer hastalığını oluşturabilir. Pnömokonyozlar, ilaç aracılı interstisyel akciğer hastaltğı ve hipersensitivite pnömonisi bunlardandır. Pnömokonyoz ve hipersensitivİte pnömonisi bu yazıda kastedilmektedir. En sık görülen pnömokonyozlar; asbestoz, kömür, toz, silika ya da berilyum inhalasyonları sonucu oluşur. Hipersensitivite pnömonisi organik toz inhalasyonuyla oluşur. Silikozis, kristalin serbest silikaya maruziyet ile oluşan kronik fibrotik akciğer hastalığıdır. Madencilik, taş işçiliği, oymacılık, cilalama işleri, dökmecilik, aşındırıcı temizleme (kum püskürterek yapılan zımparalama) gibi meslekler yüksek silika maruziyet eğilimindedirler. Maruziyet genellikle kroniktir (5 yıldan fazla), fakat özellikle maruziyet ağır olduğunda birçok akut vaka tanımlanmıştır. Silikaya bağlı interstisyel akciğer hastalığı belirtileri, hasta aynı zamanda sigara içmiyorsa, genellikle asemptomatik olan basit nodüler silikozis ve bilateral apikal fibrozisle karakterize progresif masiffibrozis olabilir. Hiler lenf nodu büyümesi, yumurta kabuğu kalsifikasyonu ile birlikte görülebilir. Solunum fonksiyon testleri, basit nodüler silikozisde normalolabilir ya da mikst obstrüktif ya da restriktif şekil gösterebilir. PMF, tipik olarak ciddi restriksiyon ve hipoksemi ile beraberdir. Kömür işçisi pnomokonyozu, grafit ve kömür tozuna maruz kalan işçilerde görülen, pulmoner fibrozisin sık olmayan sebebidir. Genelde hastalar yeraltı madenIerinde çalıştıkları sırada maruz kalırlar. Birçok hastada kömüre ya da tütüne maruziyetle ilişkili olarak gelişen bronşit sebebiyle genellikle prodüktif kronik öksürük vardır. Göğüs radyografisi küçük, diffüz ve yuvarlak opasiteler gösterir. Asbestozis, asbestte kronik maruziyet sonucu oluşur. Asbest, izolasyon, sürtünmeye açık yüzeyler ve materyalleri güçlendirmek için kullanılan silikattır. Tipik olarak as beste maruziyet, plevral plaklarla, efüzyonla ve fibrozisle karakterize, fakat akciğer parankimine önemli etkisi olmayan plevral hastalığa yol açar. Bu olursa asbestozis olarak adlandırılır ve interstisyel akciğer fibrozisiyle ilişkilendirilir. Asbestozis, 20-30 yıl maruziyetten sonra kademeli olarak başlayan dispneyle karakterizedir. Klinik görünüm solunum fonksiyon testleri ve görüntüleme çalışmaları, IPF gibi restriktif akciğer hastalıklarındaki bulgularla benzerdir. Bununla birlikte, önemli plevral hastalığın gösterilmesi, bu hastalığı diğer interstisyel akciğer hastalıklardan ayırmak da faydalıdır. Tanı; plevral plakların gösterilmesi ve hikaye ile konur. Şüpheli vakalarda doku örneklerinde asbestozun gösterilmesi önemlidir. Asbestoziste yüksek malignite insidansı vardır, akciğer kanseri ve mezatelyoma özellikle sigara içen hastalarda bulunur. Spesifik tedavisi yoktur. Berilyozis, berilyuma maruziyet sonucu oluşur, berilyum modern yüksek teknoloji endüstrisinde kullanılan nadir bir metaldir. Berilyuma maruziyet akut kimyasal bronşit ve pnömoniye ya da kronik berilyum hastalığına yol açabilir. Kronik berilyum hastalığı, sarkoidozdan ayrılması bazen güç olabilen multisistemik granulomatozla karakterizedir. Tanı; maruziyet hikayesi, histolojik çalışma ve bazı özelleşmiş merkezlerde yapılabilen lenfosit transformasyon testi ile konur. Kortikosteroidler berilyozis tedavisinde kullanılabilir.

Hipersensitivite pnomonisi (aynı zamanda ekstrinsik alterjik alveolit de denir) duyarlı insanlarda organik tozların tekrarlayan inhalasyonu ve sensitizasyonu sonucu oluşan abartılmış immün cevap ile meydana gelen bir hastalıktır. Bu hastalık, antijene ciddi maruziyetten sonra ortaya çıkan ve 4-6 saat sonra öksürük, ateş, titreme, dispne ve halsizliğin takip ettiği, 24 saat içerisinde oluşan akut reaksiyondan sonra gelişebilir (akut form). Subakut belirtiler, sadece semptomların şiddeti ve daha sinsi gidişat ile ayrılır. Kronik hipersensitvite pnömonileri IPF den klinik olarak ayrılması güç progresif fibrozis ve restiriktif akciğer hastalığı ile sonuçlanır. Yaygın raller, genel fizyolojik bulgudur. Göğüs radyografisi bulguları değişken ve nonspesfiktir. Bununla birlikte hipersensitivite pnömonisi genelde orta, üst akciğer alanlarında infiltrasyonlarla karakterizedir. Kronik hipersensitivite pnömonisinde alt lob tutulumu ön planda olabilir. Uygun şartlarda hipersensitivite pnömonisinin olası tanısı klinik özelliklerle konulabilir. Birçok hasta sorumlu ajana karşı presipite olan antikorlara sahiptir, fakat serum presipitatları aynı maruziyete sahip asemptomatik hastaların % 50’sinde görülür. Bazen muhtemel antijenle yapılan çevresel ya da laboratuar provakasyon testleri özel bazı durumlarda tekrarlanabilir. Etkili tedavi sorunlu antijenle maruziyeti önlerneyi gerektirir. Sistemik kortikosteroidler akut fazda semptomları geriletebilir fakat hastalığın kronik formundaki etkileri daha az bilinir.

Eozinofilik granuloma, genç orta yaşlı yetişkin hastalığıdır, hemen hemen tüm vakalar Asyalılar ve Afrikalı Amerikalılardan daha sık olarak sigara içen beyaz erkeklerde görülür. Hastalar egzersiz esnasında dispne ya da öksürük ile başvururlar, göğüs radyografisi tipik olarak orta ve üst akciğer zonlarında yaygın mikronodüler, makronodüler lezyonlar ve kistler gösterir. Akciğer fonksiyon testleri obstrüktif tiptedir. Spesifik tanı açık akciğer biyopsisi ve özel boyamayla konur. Elektron mikroskopta X-body’leri (birbeck granülleri) gösterilir. Uygun klinik şartlarda ve tipik HRCT varlığında tanı için biyopsi gerekmeyebilir. Santral sinir sistemi tutulumuna bağlı gelişen diyabetes insipitus kötüye işarettir. Kosta ve pelvis gibi yas sı kemiklerdeki kistik lezyonlar hastaların küçük bir kısmında ortaya çıkar ve sistemik bir hastalık olan histiyositoz X varlığını gösterir. Tedavi; tütün kullanımının sonlandırılmasını içerir, kortikosteroidiere cevap değişkendir.

koah2

Lenfanjioleiomyomatozis, doğurganlık çağındaki kadınlarda ortaya çıkan nadir bir hastalıktır. Bu hastalık, akciğer düz kaslarında yaygın hamartomaz infiltrasyonla karakterizedir. Dispne, pnömotoraks, şilöz plevral efüzyon ve hemoptizi yaygın klinik bulgularıdır. Göğüs radyografisi orta ve üst akciğer loblarında yaygın, interstisyel paternde multiple kistik lezyonlar ve korunmuş akciğer volüm lerini gösterir. Solunum fonksiyon testleri mikst obstrüktif ve restriktif paternde olabilir. Elverişli klinik durumlarda tanı HRCT ile konabilir. Bununla birlikte akciğer biopsisi alveol ar duvarı, lobüler septaları, venülleri, küçük hava yollarını ve plevrayı tutacak şekilde interstisyel düz kas infiltrasyonunu göstermek için gerekli olabilir. Progesteron ve ooferektomi gibi hormon al manipulasyonlar tedavide faydalı olabilir.

Periferal kan eozinofilisi ve pulmoner infiltrasyon sendromu(PİE), gögüs radyografisinde akciğer infiltrasyonları ve periferal kanda eozinofili ile birliktedir. Her iki hastalığın da sebebi bilinmemektedir. Fakat eozinofili ve ara sıra bronkospazm varlığı akut hipersensitivite mekanizmalarının devrede olduğunu düşündürür. Bu sınıflandırmaya dahil olmamasına rağmen hipereozinofilik sendrom bazen pulmoner tutulumla birliktedir. PİE sendromunun ayırıcı tanısında yer alan ve eozinofili görünen diğer hastalıklar; tbc, bruselloz, fungal enfeksiyon, tümörler ve sarkoidozdur. Basit pulmoner eozinofili (löffler sendromu) bir aydan kısa süren yer değiştiren infiltrasyonlarla karakterizedir. Bazı vakalarda hiç semptom olmayabilir fakat dispne ve kuru öksürük ortaya çıkabilir. Dokuların patolojik incelenmesi interstisyel ve intraalveolar eozinofil ve makrofaj birikimi ve ödemi gösterir. Bu sendrom idiopatik olabileceği gibi askaris, strongyloides gibi parazitler ya da penisilin gibi ilaçlar tarafından ortaya çıkabilir. Tedavi; sorumlu ajanın uzaklaştırılması ya da parazitik enfeksiyonun tedavisidir. İdiyopatik vakalarda kortikosteroid kullanılabilir.

Astım yokluğunda uzamış pulmoner eozinojili orta yaş kadınlarda sık görülen idiyopatik bir hastalıktır. Aynı zamanda kronik eozinojilik pnomoni olarak da adlandırılır. Bu hastalık prodüktif öksürük, dispne, halsizlik, kilo kaybı, gece terlemesi, progresif periferal akciğer infiltrasyonuyla ilişkili ateş, göğüs radyografisinde akciğer ödeminin tersine benzer görüntü ile karakterizedir. Akciğerin histolojik çalışması birçok eozinofil içeren mikst enflamatuar infiltrasyonları gösterir. Elverişli klinik durumlarda bronkoalveolar lavajda eozinofilinin gösterilmesi faydalı olabilir. Spontan remisyonda rapor edilmiştir fakat solunum yetmezliği de gelişebilir. Tipik olarak kortikosteroidlerle tedavi hızlıca etki eder. Uzun süreli tedavi tavsiye edilir, çünkü sık relaps gözlenir. Eğer hasta astırnsa pulmoner infiltrasyonlar ve ciddi inatçı semptomlar, aspergillozise bağlı oluşan kortikosteroidlere tam yanıt veren bir hipersensitivite reaksiyonu olan, allerjik bronkopulmoner aspergillozis tanısına işaret edebilir. Tropikal pulmoner eozinojili filariazisin bir formu olarak görülür ve PİE sendromu ile karakterizedir. Tanı; özellikle uzak doğuya giden yolcularda düşünülmelidir. Akut eozinojilik pnomoni enfeksiyoz sebeplerle ilişkili PİE sendromu ile karışabilir ve ateşle beraber hızlı bir başlangıçla karakterizedir. Hasta genellikle genç ve sağlıklı görünümdedir, bilateral diffüz interstisyel infiltrasyonları vardır. Kortikosteroid tedavisi etkilidir.

Pulmoner alveolar proteinozis, alveolun surfaktana benzeyen protein ve fosfolipid materyalle doldu ğu bir hastalıktır, sebebi bilinmemektedir. Fakat etkenin bilinmeyen bir madde inhalasyonu ya da bir enfeksiyon olduğu düşünülmektedir. Alveolar makrofajlar anormal akciğerlerdeki surfaktanı temizlerneye yardım ederler. Bununla birlikte pulmoner alveolar proteinozisde makrofaj fonksiyonları inhibe olmuş gibi görünmektedir. Hastaların yıllarca stabil kalabilmesine rağmen, bazıları fibrozise ilerler. Bilateral tüm akciğer lavajı derin hipoksemili hastalara yardımcı olabilir ve dramatik olarak oksijenizasyonu düzeltebilir. Son zamanlarda granulosit, makrofaj, koloni stimulating faktor (GM-CSF) kullanımının bu hastalığın remisyonunda etkiye sahip olduğu gösterilmiştir.